30 Ekim 2009 Cuma
ALİ NAZIK KEBAP
28 Ekim 2009 Çarşamba
HAYAT-SÜPRİZLER..INSANLARA DAIR...
Yıllar önce insanların ailelerinden ayrılıp yurtdışında yaşama fikirleri gündeme geldiğinde, ben hayatta yapamam ayrılamam derdim, üniversite zamanı herkes master kovalarken; hayatta yapmam bir daha hukuk okumak mı aslaaaa diye serzenişlerde bulunur, kendi tezlerimi savunurdum heryerde...Ne zaman büyük konuşsam asla yapmam desem, bir şekilde , er veya geç o durumla yüzleşiyorum. Her yazımda tekrarlıyorum, insan hayatta ve sağlıklı ise bütün yapamam edememler boş, bir yolu bulunuyor bazı şeylerin..
Olayları nasıl algıladığımız önemli, yani aslında çok klasik boş bardak-dolu bardak hikayesi, bir şeye çok sevinebiliriz, çok da üzülebiliriz, nasıl algıladığımız önemli.
Beklenmedik hadise karsısındaki ilk duygular: panik, ya olmazsa, ya daha iyisini yapabilirsem..hep bir acaba duygusu..Aslında hepsi boşuna..Ne olacaksa olmuyor mu kendiliğinden?
Ben hala hayatımda herseyi oluruna bırakmayı öğrenemedim, sanki kendi hayatım ve hatta sevdiklerimin hayatı kendi kontrolümdeymiş de bu sebepten hiç hata yapmamam gerekiyormuş, benim bir hatam herkesin hayatını etkileyecekmiş gibi yaşıyorum sanırım..
Bu alanda kendimi eğitmek için elimden geleni yapıyorum.. Mesela bazen sorunlara odaklı kalıyorum aslında neden çözüm arayıp çare arayıp bir an evvel çözüme odaklanmıyorum ki?
O zaman aslında endişeler de kaybolacak, çözümler için adım atılmış olacak..
Peki arap saçı gibi olan durumlardan nasıl çıkılacak? Yine çözüme odaklanılacak..Zaten kolayları herkes başarır önemli olan zoru başarmak mıdır?
Aslında sanırım insanlar sorun olmayan mevzuları sorunmuş gibi görerek problem yaratıyorlar. Ben de böleyim kabul ediyorum..Bazen pireyi deve yapabiliyorum..Çünkü herşeyin yolunda, sorunsuz ilerlemesini istiyorum herkes gibi..Minicik bir pürüz cok huzursuzluk verebiliyor.
Pürüz çıkan konu bir kişiden kaynaklanıyorsa o kişiye haddini bildirme taraftarıyım her zaman:) Kimsenin huzur bozmaya hakkı yok düşüncesinden yola çıkarak bu huyumu her yerde ve her alanda uygulayabiliyorum.
Bazı kurallar vardır, herkes her kuralı bilmek zorunda değildir, karşınızda kuralı bilmeyen biri varsa ona nazik ve güzel bir USLUP ile gösterir, öğretmeye çalışırsınız, yok yine öğrenemiyosa o zaman nazikliği elden bırakabilirsiniz..
Burada bir arkadaşımın basından geçen hikayeyi paylaşmak istiyorum..Arkadaşım bir doktora gidiyor, çok önemli olmayan kronik bir rahatsızlığı var, doktora başka bir sebepten ötürü gidiyor, fakat bu rahatsızlığını her fırsatta dile getirip risklerinden bahsedip arkadaşımın moralini bozuyorlar. Çok risk grubundasın, çokkk büyük risk grubundasın diye diye arkadaşımda ne asap ne huzur bırakıyorlar. Arkadaşım Amerikalı olmadığından , amerikalıların otomatik düşünme mekanizmasına sahip değil yani duyguları daha ağır basabiliyor benim gibi. Bir daha aynı yere gitiğinde orada kendisine durmadan aynı şeyleri tekrarlayan doktorlara haddini bildirmeye hazırlanıyor şuanda..
Birine çok hastasın, çok kötü olacaksın derseniz o insanda ne umut bırakırsınız ne de yaşama sevinci. Mesela, rahmetli anneannem rahatsızlandığında başta annem olmak üzere hepimiz ona hiçbir şeyi olmadığını, üşüttüğünü, kendine çok iyi bakarsa iyileşeceğini vurguladık, durmadan ve durmadan...Bu davranışlarımızın onun ömrünü uzattığına hiç şüphem yok..
Ben de hemen etkilenirim birinin söylediği daha doğrusu duymak istemediğim tarzda konuşulduğu zaman..çirkin ve kırıcı ya da korkutucu konuşulduğu zaman..Ister alıngan, ister başka türlü düşünülsün, zaten beni çok seven insanlar beni kırmak istemediklerinden o şekilde konuşmazlar benimle..bilirler beni çünkü..kırılacağımı, mutsuz olacağımı...Güzel şeylerden de etkilenirim çok kolay...Aslında ne kadar kolay birini mutlu etmek gönlünü almak..
Bir gülücük, bir tatlı söz, biraz geri adım..Bütün gerginlikleri yok etmez mi?
Geçen hafta kütüphanede ders çalışırken biri telefon ile bagıra bagıra konuşmaya başladı. Amerikada enterasan ve dikkatimi çeken bir husus, insanlar kızsa da dönüp o insana birşey sölemiyorlar, sanırım hemen güvenlik ya da benzeri yetkili yerlere haber veriyorlar. Yani böle bir kabalığı yapan biri ile muhattap olmak istemiyorlar. Tabii ki bende ki Türk kanı o kadar sabra tahammül edemeyeceği için, "burası kütüphane, kim telefonla konuşuyor" diye bir çıkış yaptım..İyi de yaptım çünkü hiç cevap gelmeden ses 5 dakika içerisinde kesildi:))
Türkiyede olsak sanırım güzel bir tartışma çıkardı bu durumdan..:))
Hayatta ne yaparsak yapalım, nerede olursak olalım USLUP çok ama çokkk önemli...Güzel bir uslupla atılan her adım mutklaka pozitifliği getirir. Biri sizi kızdırmışsa, onu uyarmak istiyorsanız güzel bir uslupla yapacaksınız ki onu kaybetmeyesiniz..Birinden birşey isteyecekseniz güzel bir uslupla isteyeceksiniz, birinin hastalığının risklerinden bahsedecekseniz güzel bir uslupla korkutmadan anlatacaksınız..Aslında hayatta her alanı uslup mevzuunda toplayabilirz bana göre..
Bazılarına da ne yaparsanız yapın bunları anlatıp kabul ettiremezsiniz, yani onlar uslupsuz gelmiş uslupsuz gidecekler.Ben bu uslupsuzlara biraz fazla takıyorum kafayı sanırım...Tanıyım veya tanımayayım sanki o aksaklığı ve gerginliği düzeltebiliecekmişim hissi var içimde sürekli..
Hayat-süprizler-iyiler-kötüler-usluplular-uslupsuzlar..herşey insanlar için..Güzel süprizleri paylaşacak güzel insanlar daima yanımızda olsunlar..
sevgiyle....
21 Ekim 2009 Çarşamba
NE HISSEDIYORSAK OYUZ!!


Ne hissediyosanız osunuzdur. İş yerinde biliyormuş gibi görünürseniz herkes size güvenir, başarılı olursunuz, bildiğinizi de bilmiyormuş gibi yaparsanız çuvallarsınız. Bazı insanların işitsel yönden algılamaları çok gelişmiştir ve söylenen herşeyden etkilenirler. Böyle insanların bir gününü mahfetmek o kadar kolaydır ki, o kişi her ne kadar kendini çok iyi hissederse hissetsin, herhangi birisinin o kişi ile ilgili herhangi bir şeyi beğenmemesi, o kişinin gününü hatta hayatını bile mahfedebilir. "Sen bunu yanlış yaptın" cümlesi de uzun bir süre kendine olan güvenini ve inancını yitirmesine sebep olabilir. Y da bu sana yakışmamıs cümlesi de benzer etkiler yaratabilir. Bazı insanlar da duydukları yerine gördüklerinden aynı şekilde etkilenebilirler. Biz kimin hangi gruba girdiğini bilemeyiz ama sarfedeceğimiz bir kelime insanların hayatında çok iz bırakabilir. Bu yüzden her zaman her düşünceyi söylemek çok da akkılıca olmayabilir. Bazen kendimize saklamak daha mantıklıdır düşünceleri.
Bilmiyorum paylaşmak istedim bunları, bazen de içinizin pozitifliği ve iyiliği sizde kalıyor, paylaşamıyorsunuz anlamıyor insanlar, aslında ne var bu kadar karmakarışık yapıcak, çok düz çok kolay..Pozitif her zaman negatifi öldürür buna inanırsak belki negatiflikler bezdiremez bizi.
daima pozitif ve sevgiyle...
6 Ekim 2009 Salı
Amerikada Sevdiklerim, NEWYORK izlenimleri...
Amerika gerçekten sistem ve kurallar ülkesi, her olayın bir kuralı, her kuralın bir yaptırımı, her yaptırımın bir işlerliği var. Çok uzun süre burada yaşamış, burada okuyup, iş tecrübesi edinenler gerçek anlamda "profesyonelliği" öğreniyorlar ve sanırım ülkemize adapte olmak iyice güçleşiyor.
Amerika daha önceki yazımlarımda da bahsettiğim gibi insanın hayatında bir süre deneyim almak ve kendini geliştirmek açısından, geçici bir süre yaşanması gereken bir yer. İş duygusallığa ve özlemlere geldi mi bütün bu artılar yerini eksiye bırakıyor benim için..Sanırım ben hiçbir zaman tam anlamı ile realist bir yapıya sahip olamayacağım. Belki de insan hayatında hep bugüne kadar yaşadığı deneyimler sonucunda bazı önceliklere sahip oluyor ve sevdiklerinden uzak olmak bana, Amerika ne kadar gelişmiş, ne kadar profesyonel, ne kadar sistemli ve düzenli olursa olsun, katlanılmaması gereken bir hadise olarak geliyor.
Yazımı bitirmeden yolu NY a düşenler için bazı öneriler:
Gerçi tatile NY a gelmişseniz Türk yemeklerini henüz özlememişsiniz demektir ama yinede 3. avenue'de 27 ve 28 arasındaki Turkish Kitchen bize biraz da olsa "emmim han sofrası" tadını veriyor, mezeleri, çoban salatası, fındık lahmacunu ve döneri harika. Soho yakınlarında east houston caddesi üzerindeki "Bereket döner" daha da güzeldi. NY a tepeden bakmak ve bakarken 360 derece dönmek ve bütün NY u ayaklarınızın altında hissetmek isterseniz Times Square'deki Marriot otelin 48. katındaki "The View" mutlaka görülmesi gereken bir yer. Gerçekten siz otururken bina 360 derece dönuyor, çok keyifli. Akşam biraz dansetmek istiyorsanız içeride 3 ayrı konsept DJ in çaldığı oldukça populer "Marquee" ye uğrayabilirsiniz, mekan Chelsea'de, nezih ve güzel bir yer.
Amerikaya yolunuz düşecekse mutlaka ama mutlaka bana yazın, fikir verip deneyimlerimi paylaşmak isterim...
Dünyanın her neresinde olursak olalım, sevgiden uzak olmayalım
sevgiyle....
Şeftalili Kek

30 Eylül 2009 Çarşamba
KOKULAR VE İZLENİMLER..


Bu ara en çok vakit geçirdiğim okulumun kapısından girince hemen sol taraftaki fotokopi odası ile sağ taraftaki küçük kafeden gelen, birbirne karışan kağıt ve kahve kokusu sanırım bana birkaç yıl sonra bu zamanları hatırlatacak. Hatta şimdiden bu kokuyu her gün de duysam 2 yıl önce ilk geldiğimde buradaki birşeyler yapma hevesimi ve çabalarımı hatırlatıyor. Bir de buarada kağıt ve kahve çok fazla derecede ders çalışmam gerektiğini de hatırlatıyor:)
Geçen sene yani 2008 ekim ayı sonu ablam-eşi ve yeğenim buraya bizleri ziyarete geldiklerinde kullandığım parfümün eşantiyonlarını buldum çekmecemde, ben parfümümü sürerken yeğenim sofya da yanımda beni seyreder ona da sıkmamı ister, bugünlerde sık sık o ana geri dönüyorum parfümü kokladıkça..Halloween hazırlıklarının, süslemelerinin ve kostümlerinin bütün mağzalarda sergilendiği yılın bu dönemi o parfüm kokusu ile beni geçen seneye götürüyor adeta.
Aslında ben eski şeyleri hatırlamayı, eski anılardan sık sık bahsetmeyi pek sevmem, hatta eski tarihli gazete ve dergi bile okuyamam ama bu durum biraz farklı, sanırım insan kendisini iyi hissettiği anları hatırlamayı ve kafasında canlandırmayı seviyor, bunu hatırlatan bir koku da olabilir bir olay da...
Kendi evime sık sık oda parfümleri, kokulu mumlar, tütsüler alıyorum, bana bu güzel kokular hem huzur veriyor hemde bize gelenlerin, bu kokuları başka yerlerde duydukları zaman, yüzlerinde bir tebessüm olmasını "bu koku çok tanıdık geldi" demelerini istiyorum sanırım:) Ayrıca bu güzel kokuların pozitif enerji yarattığına da inanıyorum..
Buarada tabii ki bazı kokular size sevmediğiniz kişileri ya da olayları da anımsatabilir mesela sevmediğiniz birinin kullandığı parfümü koklamak istemezsiniz çünkü size o kişinin sizde yarattığı negatifliği hatırlatır. Biz farketmesek de sanırım "kokuların" hayatımızda çok önemli yeri var. Gerçi belki sadece ben bu kadar etkileniyorumdur, şimdiye kadar pek fikir aldığım bir konu olmamakla beraber, belki de kimse bu etkinin tam anlamıyla farkında değildir diye düşünüyorum.
Ben burada kafamda yeni ""Amerika kokuları" yaratmaya devam edeceğim. Tamamen buraya has olan başka özellikler keşfedip paylaşmaya devam edeceğim.
Her zaman bahar çiçeklerini hatırlatan kokular koklamanız dileğiyle.
sevgiyle...
23 Eylül 2009 Çarşamba
GÖKKUŞAĞI




Geçenlerde Meet Joe Black i ikinci kez seyrettim, ilk seyredişim 2003 yılı idi, bu seferki çok etkiledi beni ..Yaşam, tesadüfler, sevmek, kader, özlem, güven..Bu kavramların hepsi başka başka anlamlar kazandı kafamda. Somewhere over the rainbow şarkısını başka türlü dinledim..Ve flimi seyrederken de Sarıgermedeki o yağmurlu yaz günü kafamda tekrar tekrar canlandırdım.
Şimdi gökkuşaklarına çok daha farklı bakıyorum, bana başka bir dünyanın bu taraftan görünen kısmı gibi geliyor. Şarkının da dediği gibi sevdiklerimiz de bize gökkuşağından bir yerden bakıyor adeta..
O yazın ardından Sarıgermede 2 tane daha cok güzel yaz geçti. Üçüncüsü aynı olmadı, olamaz bundan sonra..Aklımıza, kalbimize kazındı o günler..her karesi, her anı gülümseyerek, tebessümle hatırlanan, yazılacak olsa sayfalar tutacak yaz anıları..
Insanın hayatta nerede yaşadığından cok kimlerle yaşadığı önemli sanırım.. Orayı o kadar özel ve güzel yapan neydi? Taşı, toprağı, doğası mı? Bir yere kadar..Yaşanan her an yanımıza kar kalıyor sanırım...O anı yaşarken farketmiyor insan güzelliğini..ne var canım işte diyorsun ama sonra bir daha asla yaşanamayacağini anlıyorsun ama bunu anlaman da başka deneyimler edinmen sonucunda gerçekleşiyor..Ondan sonra yaaşdığın her mutlu anı daha bir sindirerek yaşamaya çalışıyorsun, hiç bitmesin istiyorsun..ya bunu da bir daha yaşayamazsam korkusu sarıyor aklını..ama atmalısın kafandan bunları ..sevmeli ve doya doya sevdiklerinle vakit geçirmelisin...
Hiç keşkeye yer bırakmamlısın, aklına geleni yapmalısın, birine onu sevdiğini söylemek istiyorsan söylemelisin..Boşver yarın onun gönlünü alırım dememelisin mutlaka gönül almalısın, ya da boşver yarın ona bir daha sarılırım ya da yarın onunla yemek yerim dememelisin o anda aklında ise yapmalısın bunları...Ben mesela birini ya da birşeyi çok beğenmişsem hemen gidip söyler hem karşımdakini mutlu ederim hem de aklıma geleni yapmış olurum:) Yolda yürürken birilerine gidip ayakkabılarının ne kadar güzel olduğunu, nereden aldığını söylerim. Sanırım bu konudaki rahatlığımdan olsa gerek bana da birçok kez sorulmuştur bunlar ama özellikle Amerikada. İstanbul da insanlar kendilerini biraz daha kısıtlıyor bu konularda...
Yani dıyeceğim odur ki, sevdiğiniz şeylere sevgi göstermeyi ertelemeyin.. Bu bir insan da olabilir, bir obje de..Seviyorsanız o anda sevdiğinizi gösterin..Zaman ertelenemeyecak kadar kısa..bu gerçek..Herkes bunu söyler ama lafta kalır.. Gerçekten çok kısa...
Gökkuşakları bana hayatın renklerini, sevdiklerimin, göremesemde, güvende olduklarını, hayatın yaşamaya değer olduğunu, ve bütün hırsları-egoları-fesatlıkları bir kenara bırakıp
hayat enerjimizi iyiliğe ve sevmeye yormamız gerektiğini hatırlatıyor.
Buarada yolunuz Sarıgermeye düşerse, muhteşem sahilinde yüzdükten sonra inanılmaz lezzettli yemekleri ve doğasıyla Ortaca daki Toprak Ana restorana uğramadan sakın gitmeyin. Giderseniz de babamın selamını iletmeyi sakkkıınnnn unutmayın!! Zamanını bilmiyorum henüz ama Sarıgermede bir okul ya da bir koyun adını "Av. Bülent Gürpınar" olarak gördüğünüzde de bizi ve bu yazıyı hatırlayıp oranın ve gökkuşaklarının tadını çıkarın...
sevgiyle....
18 Eylül 2009 Cuma
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN..

16 Eylül 2009 Çarşamba
ELMALI MUFFIN
14 Eylül 2009 Pazartesi
legally blonde!!

daima sevgiyle...
13 Eylül 2009 Pazar
Annemin Peynirli Suflesi (Benim Kırpık Böreğim)
P.S. Ben payreksi yağlamıyorum ama bazen yapışabılıyor çok olmasa da!
sevgiyle..
2 Eylül 2009 Çarşamba
macera dolu amerika!!!

25 Ağustos 2009 Salı
ATEŞ VE SU
20 Ağustos 2009 Perşembe
Amerika, Amerika...
17 Ağustos 2009 Pazartesi
pratik elmalı tart (bahar teyzemin tartı)
- beyaz un yerine kepek unu,
Ballroom dancing!!
Akşamüstü dominos'un harika pizzalarını yiyerek John Malhovic'in inanılmaz oyunculuğunu seyrettikten sonra sıra dans partisi için hazırlanmaya geldi. Delaware çok da partilere ev sahipliği yapan bir eyalet değil. Aslında burası bazı flimlerde gördüğümüz "gerçek Amerika" bana göre. İnsanlar sabah 6 da kalkar, duşlarını alır, küçük cocuklarını hazırlar, yemek çantalarını hazırlar ve 7 gibi evden çıkarlar. Çocukları "day care"'e bıraktıktan sonra işyerlerine giderler. Akşam 5-6 ya kadar çalışıp çocuklarını alıp evlerine dönerler. Bazen, genelde çarşamba ve cumaları iş çıkışları pubların "happy hour"larına giderler ve 8 gibi evlerine dönerler. Aile kavramı çok önemlidir. Haftasonları hava güzel, güneşli ise çevredeki parklara veya hayvanat bahçelerine hava kapalı veya soğuk ise alışveriş merkezlerine giderler. Sonra "olive garden, Red losbter, Applebee's..." gibi amerikanın bütün eyaletlerinde olan restorantlarda yemeklerini yer 9 olmadan evlerine dönerler.
Burası Amerikanın 1. eyaleti, oldukça küçük ve fakat "tax free". Bu da demek oluyor ki harika alışveriş imkanları var:) Devasa büyüklükte outletlerdeki gece elbiseleri, çantalar, ayakkabılar Türkiyeye kısayla %80lere varan şekilde daha ucuz. Bir Türk için buradaki en büyük eğlencelerden biri alışveriş yapmak. 10 dolara çok şık marka ayakkabı ya da elbise alınabiliniyor.
Ben buraya geldiğimde ilk 6 ay yapacak başka birseyim olmadığından bu outletler üzerine yüksek lisans yaptım, gerçekten nerede ne var biliyorum. Bu eyaletin diğer bir özelliği ise bütün büyük bankaların, önemli şirketlerin merkez binalarının burada olması. Tax free özellikten dolayı burada şirket kurmak daha avantajlı bu da Delaware eyaletini çekici hale getiriyor.
Neyse, dediğim gibi eğlenmek ve party yapmak istiyorsanız yaklaşık 45 dakika mesafedeki Philadelphia'ya gideceksiniz. Orası NewYork'un küçük hali. Gece kulüpleri, restoranlar, tiyatrolar, sergiler, müzeler...yani yapacak aktivite çok ve İstanbul gibi olmasa da bir nevi yakın diyebilirim. Bizim gibilerin alıştığı türden bir yaşam yani.. Şehir yaşamı..
Dans okulu "Blueballroom" gerçekten çok güzel, inanılmaz güzel bir stüdyo, harika ışıklandırma, kocaman bir pist, aynalar..gerçekten harika..Yaş ortalaması 55!Bir ki tane genç var o kadar. Burak dans etmeyi sevmese de o gece katlanacağına söz verdi.
Ben deli gibi salsa çalmasını beklerken bütün gece sadece 2 tane çaldı ve durmadan ama durmadan "vals" yapıldı.
Adımlarını en az bildiğim dans vals, fakat yaş ortalamasına bakınca insanların kanter içinde salsa yapmasını beklemiyoruz. Biz kendımız yeni bir vals uydurduk ve cıkarken birçok kişiden tebrik aldık. Burak için "kamikaze adımların var" bile dediler. Uzun bir süre tango ya da vals duymak istemiyorum çok yavaş muzik ve çok monoton adımlar. Salsa, ça ça, rhumba hayali valse dönüştü ama yine de çok güzel vakit geçirdik.
Şimdi bizi oraya devamlı derslere katılmamız için bekliyorlar fakat sanırım Burak için bu söz konusu bile olamaz. Bu kadar dansa aşık ben bile vals yapmak istemiyorum.:)
Sanırım Delaware eyaletindeki en güzel okullardan biriydi. Belli yaşlara gelmiş o kadar insanı 4 saat boyunca birşeyler yapmaya çalışırken izlemek aslında en büyük keyifti sanırım.
Kaç yaşında ve nerede olursak olalım, insan kendisi oyalayacak, eğlendiricek birseyler bulabiliyor galba. Pistte 70 yaşın üstünde insanlar vardı, umarım hepimiz o yaşlara kadar gelebilirsek onlar kadar şanslı oluruz.
Şimdi yeniden araştırmalara devam ediyorum, Delaware 'de nerelere gidilir, nasıl eğlenilebilinir. Çabalarım boşa çıkmıyor, bir sürü yeni yerler keşfediyoruz, bizim gibi uzun mesafe gitmeye üşenenler için çevremizde alternatiflerimiz olmalı!
Aslında bunca sene aldığım dans derslerinde neden eğitmenlik üzerine birşey yapmadığımı farkettim o gece, şuanda bu konuya yoğunlaşmaya karar verdim.
Okul 2 gün sonra açılıyor, dersler ,evişleri, yemek derken sanırım bunları düşünmeye bile vakit kalmayacak ama insan herzaman ne ile mutlu oluyorsa onu yapmalı değil mi?
Belki bir gün bu hayal de gerçek olur, iste, hayal et, çaba göster, gerçekleşsin..ama gönülden iste..
sevgiyle..
14 Ağustos 2009 Cuma
sevdiklerinden uzakta..
11 Ağustos 2009 Salı
uzaklarda olmak...
dünyanın öbür ucundan okyanus aşırı mesafelerden yazıyorum.
Burda hava bugün cok sıcak yaklaşık 35 derece, ama bizim bildiğimiz İstanbul sıcağı gibi değil çünkü burda bir anda yağmur yağar, şimşek çakar, fırtına cıkar. Sonra hiçbirşey olmamış gibi güneş yeniden yüzünü gösterir. Bir de o nem yok mu? "Friends" seyredenler bilirler hani bir bölümde Barbados'a gidiyorlardı ve orada Monica'nın saçları nemden dolayı kabarıyordu.İşte coğu zaman burada öyle gezmek zorunda kalıyorum:)
Sıcaktan bunalıp kendinizi kapalı mekana atmak istediğinizde, bu alışveriş merkezi veya büyük devasa marketlerden biri olabilir, klimalar öyle bir çalışıyor ki aklınız hayaliniz durur. Eksi 5 derece rahat vardır. Geçenlerde sinemaya gittik. "Public ennemy" oynuyordu. Yaz ayında olduğumuzdan tişörtlerimizle sinemaya girdik. Hayatımda uzun zamandır o gece üşüdüğüm kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum. Burak kollarını ısıtmak için kollarını tişörtünün içine soktu, ben dizlerimi karnıma çektim ki ayaklarım ısınsın..keşke yanımızda battaniye getirseydik yok hırka alsaydık ya da atkı getirseydik diye söylenmekten flimden de birsey anlayamadık.
Burada yaşıyorsanız yaz aylarında hırkalarınızı kaldırmayacaksınız. Çantanızda mutlaka bulunduracaksınız çünkü aynı şekilde yemeğe gittiğiniz restoranlar da derin dondurucu kıvamında.
Üniversiteler de aynı tabiiki..anfilerin, sınıfların soğundan hocaları doğru düzgün dinleyemiyorsunuz çünkü kahve almamışsanız soğuktan içiniz geçiyor şöle bir kestirme hayali kuruyorsunuz bütün ders...
Bugün 3 ay aradan sonra ilk defa okula geldim, kitaplarımı aldım ve haftaya başlayacak olan dersler için hazırlanmam gerekiyor. 3 dersden ders basına 50şer sayfa okumam var ve bir hafta zamanım. Sabahın 9undan beri kütüphanedeyim fakat o kadar üşüdüm ki değil okumak kitapları açamadım bile. Henüz okuldaki kafeler açılmadığından 5 dakika mesafedeki "mall" içindeki caffee beanery 'den kahvemi aldım umarım birşeyler okuyabilirim.
Burada neler yaptığımı, Amerikada hayatın nasıl olduğunu, en çok nelerin özlendiğini ve gördüklerimi sizlerle paylaşacağım..umarım okumaktan keyif alırsınız..
şimdi dersime dönmem gerek
uzaklardan sevgiyle....