25 Ağustos 2009 Salı

ATEŞ VE SU




Kararlar, seçimler ve bedeller..Hayat bunlar üzerine kurulu. Aldığımız kararlar hayatımızın yönünü değiştiriyor. Bir kararı nasıl alacağımız önceden kaderimizde yazılı mı değil mi onu anlayamıyorum aslında. Mesela benim Amerikaya gelme kararını alacağım taaa önceden belli miydi yoksa ben kaderimi mi değiştirdim?





Bazı insanlar için her karar büyük bir adımdır. "Kırmızı elma mı alsam, yeşil elma mı? Ben yeşil seviyorum ama kırmızılar harika görünüyor" gibi. Bazıları ise önemsemeden alır kararları, tereddüt etmez ve hersey yerine oturuverir biranda. "Bu sefer de bunu deneyeyim ne olacak" gibi. Aslında herbir seçim bizi diğer olasılıktan mahrum bırakır, ya diğer olasılık daha iyi daha güzele götürecekse, nereden bilebiliriz ki?





Sanırım çok zor karar veren insanlar biraz daha mükemmeliyetçi oluyorlar. Hep daha iyisine ulaşma ve başarma isteği, mahrum kalınan seçeneklere olan merak; verilen kararlardan sonra bile "acaba" duygusunu yaşatıyor insana. İki tane seçenek arasında kalmak! En doğrusuna karar verebilmek için neler yapmalı, en güzel yollardan biri kağıt kalem alıp yazmak. 1.seçimin bana getireceği artılar nedir? eksileri nedir? peki ya 2. seçimin artıları eksileri nelerdir? Böylece tablo şeklinde ya da grafiklerle, getirileri ve götürleri bizzat görerek karar vermek belki bir nebze kolay hale geliyor.




Geçen hafta okulum açıldı, burada da Türkiye'de olduğu gibi okulun ilk haftası "add-drop" yani beğenmediğiniz dersleri bırakıp beğendiğiniz dersleri alma haftası ki ben bu haftalarda çok zorlanıyorum. Hangi hoca daha iyi, hangi ders daha kolay, hangisinin sınavı var hangisinin yok vs.. Geçen dönemin ortasında seçmiş olduğum dersi beğenmeyip yeni bir derse karar vermem yaklaşık 7 gün sürdü, kararımı veridkten sonra da matematik hesaplarını yapmaya devam ettim. Öbürü daha mı kolay dı acaba, iyi mi yaptım bunu seçerek gibi. Bir karar verdikten sonra o kararın arkasında durmazsanız insanlar bunu hemen farkediyor ve siz aslında ne kadar güçlü karaktere sahip olursanız olun o kararsızlık hemen seziliyor. Birkaç sene evvel aile dostu bir astrolog benim yıldız haritamı çıkardı. Burcum "koç", yükselenim "yengeç"!! Tamam işte o anda herşey açıklığa kavuştu. Koç ates, yengeç su, su ateşi söndürür, ateş ile su nasıl aynı yerde barınsın ki? Meğer benim bütün kararsızlıklarımın temeli buymuş! Bende rahatladım bundan sonra kendimi acımasızca yargılamamaya karar verdim.




Ben tipik koç kadınıyım aslında hayatımda genelde anlaşamadıgım koç burcu olmadı , biraz inatcılık, fevrilik dısında bence gayet güzel ve sağlam bir burç:) neyse konumuz dışına çıkmayayım, diyeceğim odur ki bu kararsızlık başa bela...




Hayat yaptığınız seçimlerin bedellerini ödeyerek ilerlediğiniz bir yoldur bana göre, ama seçim yaptıktan sonra da dönüp arkaya bakmayacaksınız, kararınızın arkasında duracak, "keşke"lere ve pişmanlıklara yaklaşmayacaksınız. Acabaların yanından geçmeyeceksiniz. Diğer yolu merak etmeyeceksiniz. Etseniz de etmemiş gibi yapacaksınız, belli etmeyeceksiniz. Insan kendini nasıl hissediyorsa karşısındaki de o kişiyi öyle görüyor.




En kötü karar bile kararsızlıktan daha iyidir, en azından karar verilmiştir artık, o yönde adım atılmış ve o yola girilmiştir. Kararsızlık cesaretsizliktir aslında, harekete geçmekten korkmaktır, adım atmaktan korkmak...Ya başa çıkamazsam korkusudur, ya beğenilmezse ya mutlu etmezse ya da tatmin etmezse duygusudur. Alınan karar bunlara yol açabilir, mutsuz edebilir, tatmin etmeyebilir ama en azından karar alınmıştır ve onun bedeli de budur. Sağduyu karar almada en önemli etkendir bana göre, o ne derse genelde pek yanılmaz, ona güvenmek gerekir..
Sağduyu sizi zora doğru da çekebilir ama bunu yapıyorsa mutlaka bir bildiği vardır, şimdi zor olan bir zaman sonra kolay olur ve iyiki de seçilmiş olur, işte bu başarıya ulaşmak demektir


Ateşle de suyla da şaka olmaz, ateş ateşliğini; su suluğunu bilsin, herkes kendi köşesine çekilsin ve alınacak kararları rahat bıraksınlar. Hayatta herşey bir ders bir sınav, aslında bazen de oluruna bırakmak gerek, aldığımız kararlar ile neyi ne kadar değiştirebiliyoruz ki? beki de sonuçlar öyle veya böyle aynı olcak, belki o kararlar sadece bizi sınayan fakat her iki şekilde de bizi aynı yere götürecek olan basamaklar...



Kararlar, bedeller, yol ayırımları..belki de bunlar sadece insan yaratımları..belki de sonuç hep aynı....



sevgiyle...




20 Ağustos 2009 Perşembe

Amerika, Amerika...



Amerika..Dünyanın başkenti, büyük güç..Türkiye'den Amerika nasıl görünüyor? Fırsatlar ülkesi, yaşamın kolay olduğu ülke..
Ben hayatımda hiçbir zaman Amerika hayranı olmadım, olamadım, olmak istemedim.
Bana göre Amerika; imkan varsa bir süreliğine gelip, tecrübe edinip, (dil okulu, yuksek lısans, sertifika, iş.. olabilir) cok da uzatmadan ülkene geri döndüğün zaman gerçekten insanın kişiliğine birçok artı katar.

Bir kere gerçekten dünyanın diğer ucu, bütün sevdiklerinden kilometrelerce uzaktasın ve arada okyanus aşırı mesafeler var.. Bu okyanus aşırı mesafe lafı benım gibi akşam karanlığında güney sahillerinin iskelelerine zor çıkan biri için çok büyük anlam ifade ediyor.
Yani şöyle haftasonu gideyim ailemi arkadaşlarımı görüp geri geleyim diyebileceğin bir yer değil, benim olduğum yerden Türkiye ile aramızda 7 saat zaman farkı var. Sevdiklerimizin çoğu orada güne başlarken biz burada henüz uyuyor oluyoruz. Neyseki bu internet denen hadise var da iletişim kurmak problem olmuyor sevdiklerimizle..
Amerika büyük güç bunu anladık tamam da neden mesela tarih atarken bizim gibi önce günü değil de önce ay ı yazıyorlar? Peki neden hava durumuna fahrenheit olarak bakıyorlar da celcious olarak değil? Neden bütün dünya mesafeleri anlatmak için "km" kullanırken amerikalı kardeşlerimiz "mil" kullanıyor...bu liste böyle uzar gider. Aslında ilk etapta ne var bunda diyebilirsiniz ama burada yaşamaya başlayınca ilkokul birinci sınıftan beri alıştığınız tarih atma şekli burdakilere birşey ifade etmediğinde bu konu önemli hale geliyor. Bir de evinize tartı alıp tartılmak istediğinizde karşınıza çıkan 3 haneli rakamlar da sizi baya şaşırtıyor. 115 mi aman tanrım ne oldu bana???Neden kg yerine pound kullanıyorlar ki. Tamam abartmaya gerek yok insan tabii ki de alışıyor bunların hepsine ama sadece bu soru akılda kalıyor "neden"!!
Tartıda çıkan 3 haneli rakamı 2.2 ye böldüğünüzde kg, yolda kaç km yaptığınızı bulmak için de mil i 1.6 ile çarpıyorsunuz.
Gündelik hatta 10 günluk hava durumuma bakmadan rahat edemiyorsanız benim gibi o zaman internette fahrenheit ı celcious a çeviren otomotik hesaplayıcıları kullanabilirsiniz.
İşte bunlar en basit günlük hayatta alışılması gerekenler.
Burası bizim ülkemizden, Avrupa ülkelerinden, İskandinav ülkelerinden tamamen farklı, burada kurallar insanların uyması için konmuş ve uymayanlar zaten mutlaka cezalarını çekiyorlar.
Burada en cok sevdiğim hadiselerden biri insanların birbirlerine olan saygıları, herkes birbirine kapı tutar, yanınızdan geçerken veya aksırdıktan sonra mutlaka "excuse me" der ve mutlaka ama mutlaka " günaydın" derler. Upuzun kuyruklarda saatlerce sıkılmadan bekler ve şikayet etmezler. Devlete oldukça yüklü vergi ödersiniz ama bun vergi size gerçekten yol-su-elektrik olarak döner. Kimse kimseye dönüp ne giymiş diye bakmaz, araba kullanırken taciz edilmezsiniz, ama sizin ikramınız ve misafirperveliğiniz hiçbir yerde bulunmaz.
Bizim arkadaşlıklarımız, aile ilişkilerimiz, yaşam tarzımız o kadar farklı ki, burada herşey profesyonellik ve iş anlaşması şeklinde, mesela bir ev arkadası arıyorsanız bu tamamen kira kontratını ödemek ev giderlerini karşılamak için yapılmış bir ortaklık oluyor, yani iyi vakit geçirip anlaştığınız bir arkadaştan çok iş ortağı arıyorsunuz kendinize.
Bu ve bunun gibi örnekler çoğaltılabilinir.
Bugünlük biraz olsun buradaki alışkanlıklardan ve farklılıklardan bahsetmek istedim, bence İstanbul gibisi yok, olamaz....


sevgiler..












17 Ağustos 2009 Pazartesi

pratik elmalı tart (bahar teyzemin tartı)


Arkadaşlar yarım saate oluyor ve çok lezettli!

Malzemeler:

2 adet elma

1 su bardak sıvıyağ

1 su bardak şeker

3 yumurta

1 bardak un

tarçın

vanilya


Yapılışı:

Şeker ile yağı çırparak iyice yedirin, üzerine biraz vanilya ile 1 bardak unu katıp karıştırın. 3 yumurtayı ayrı bir yerde çırpıp diğer karışıma ekleyin. (boza kıvamında olacak)

Tart kabını yağlayın üzerine 2 adet elmayı soyup dilimleyin. Dilimlenen elmalar üzerine tarçın ve şeker serptikten sonra boza kıvamındaki hamuru elmaların üzerine dökün. Önceden ısıttığınız fırında 20-25 dakika kadar pişirin.


Bu tartın tam tarifi , daha hafif yemek isteyenler için
- beyaz un yerine kepek unu,

-meyvaların üzerine şeker serpmek yerine sadece tarçın serpmek,

-yumurtayı 3 yerine 2 tane koymak.


Ayrıca aynı tarta sırf elma yerine şeftali de ekleyebilirsiniz!!


AFİYET OLSUN!!!
P.S.:yapar yapmaz resmini çekmem gerekiyordu ama dayanamadım yedim!!

Ballroom dancing!!




Cumartesi akşamı, burak'ın bana bir hafta önceden söz verdiği Ballroom dance party vardı.. Dansetmek sizin için bir nefes alma biçimi ise böyle geceler gerçekten çok önemli oluyor. Fakat ballroom dance'lerini yapabilmek için partnerinizin de bu dansları bilmesi gerekiyor. Hatta %99 erkek kadını yönlendiriyor dans ederken..
Akşamüstü dominos'un harika pizzalarını yiyerek John Malhovic'in inanılmaz oyunculuğunu seyrettikten sonra sıra dans partisi için hazırlanmaya geldi. Delaware çok da partilere ev sahipliği yapan bir eyalet değil. Aslında burası bazı flimlerde gördüğümüz "gerçek Amerika" bana göre. İnsanlar sabah 6 da kalkar, duşlarını alır, küçük cocuklarını hazırlar, yemek çantalarını hazırlar ve 7 gibi evden çıkarlar. Çocukları "day care"'e bıraktıktan sonra işyerlerine giderler. Akşam 5-6 ya kadar çalışıp çocuklarını alıp evlerine dönerler. Bazen, genelde çarşamba ve cumaları iş çıkışları pubların "happy hour"larına giderler ve 8 gibi evlerine dönerler. Aile kavramı çok önemlidir. Haftasonları hava güzel, güneşli ise çevredeki parklara veya hayvanat bahçelerine hava kapalı veya soğuk ise alışveriş merkezlerine giderler. Sonra "olive garden, Red losbter, Applebee's..." gibi amerikanın bütün eyaletlerinde olan restorantlarda yemeklerini yer 9 olmadan evlerine dönerler.
Burası Amerikanın 1. eyaleti, oldukça küçük ve fakat "tax free". Bu da demek oluyor ki harika alışveriş imkanları var:) Devasa büyüklükte outletlerdeki gece elbiseleri, çantalar, ayakkabılar Türkiyeye kısayla %80lere varan şekilde daha ucuz. Bir Türk için buradaki en büyük eğlencelerden biri alışveriş yapmak. 10 dolara çok şık marka ayakkabı ya da elbise alınabiliniyor.
Ben buraya geldiğimde ilk 6 ay yapacak başka birseyim olmadığından bu outletler üzerine yüksek lisans yaptım, gerçekten nerede ne var biliyorum. Bu eyaletin diğer bir özelliği ise bütün büyük bankaların, önemli şirketlerin merkez binalarının burada olması. Tax free özellikten dolayı burada şirket kurmak daha avantajlı bu da Delaware eyaletini çekici hale getiriyor.
Neyse, dediğim gibi eğlenmek ve party yapmak istiyorsanız yaklaşık 45 dakika mesafedeki Philadelphia'ya gideceksiniz. Orası NewYork'un küçük hali. Gece kulüpleri, restoranlar, tiyatrolar, sergiler, müzeler...yani yapacak aktivite çok ve İstanbul gibi olmasa da bir nevi yakın diyebilirim. Bizim gibilerin alıştığı türden bir yaşam yani.. Şehir yaşamı..
Dans okulu "Blueballroom" gerçekten çok güzel, inanılmaz güzel bir stüdyo, harika ışıklandırma, kocaman bir pist, aynalar..gerçekten harika..Yaş ortalaması 55!Bir ki tane genç var o kadar. Burak dans etmeyi sevmese de o gece katlanacağına söz verdi.
Ben deli gibi salsa çalmasını beklerken bütün gece sadece 2 tane çaldı ve durmadan ama durmadan "vals" yapıldı.
Adımlarını en az bildiğim dans vals, fakat yaş ortalamasına bakınca insanların kanter içinde salsa yapmasını beklemiyoruz. Biz kendımız yeni bir vals uydurduk ve cıkarken birçok kişiden tebrik aldık. Burak için "kamikaze adımların var" bile dediler. Uzun bir süre tango ya da vals duymak istemiyorum çok yavaş muzik ve çok monoton adımlar. Salsa, ça ça, rhumba hayali valse dönüştü ama yine de çok güzel vakit geçirdik.
Şimdi bizi oraya devamlı derslere katılmamız için bekliyorlar fakat sanırım Burak için bu söz konusu bile olamaz. Bu kadar dansa aşık ben bile vals yapmak istemiyorum.:)
Sanırım Delaware eyaletindeki en güzel okullardan biriydi. Belli yaşlara gelmiş o kadar insanı 4 saat boyunca birşeyler yapmaya çalışırken izlemek aslında en büyük keyifti sanırım.
Kaç yaşında ve nerede olursak olalım, insan kendisi oyalayacak, eğlendiricek birseyler bulabiliyor galba. Pistte 70 yaşın üstünde insanlar vardı, umarım hepimiz o yaşlara kadar gelebilirsek onlar kadar şanslı oluruz.
Şimdi yeniden araştırmalara devam ediyorum, Delaware 'de nerelere gidilir, nasıl eğlenilebilinir. Çabalarım boşa çıkmıyor, bir sürü yeni yerler keşfediyoruz, bizim gibi uzun mesafe gitmeye üşenenler için çevremizde alternatiflerimiz olmalı!
Aslında bunca sene aldığım dans derslerinde neden eğitmenlik üzerine birşey yapmadığımı farkettim o gece, şuanda bu konuya yoğunlaşmaya karar verdim.
Okul 2 gün sonra açılıyor, dersler ,evişleri, yemek derken sanırım bunları düşünmeye bile vakit kalmayacak ama insan herzaman ne ile mutlu oluyorsa onu yapmalı değil mi?
Belki bir gün bu hayal de gerçek olur, iste, hayal et, çaba göster, gerçekleşsin..ama gönülden iste..

sevgiyle..

14 Ağustos 2009 Cuma

sevdiklerinden uzakta..










Geçen hafta 8.9.2009 kaçırdığım düğünlerden kaçıncısı idi bilemıyorum..1,5-2 senede en sevdiğim arkadaşlarımın düğünleri öylesine arka arkaya oldu ki..Gerçek dostlar birbirlerinin "mutluluğunu paylaşanlardır" bana göre..Tabii ki kötü gün dostu-zor anlarda dert ortağı-başını yaslayacak omuz...Bunlar da arkadaşlığın olmazsa olmazlarındandır ama mutluluk paylaşmak herkesin yapabileceği bir hadise değildir. Arkadaşın kadar mutlu olabilmek, onun kadar heyecanlanmak, onun yerine sevinmek, onunla en ama en mutlu gününü paylaşabilmek..bence bunu sadece gerçek dostlar yapabilir..

Geçen hafta cumartesi günü Burçin'in düğünü vardı. Bizim bütün kızlar orada olacaktı, uyanır uyanmaz saat 11 civarı (türkiyede saat 6) telefon açtım ki orada bedenen varolamasam da en azından kalbimin orada olduğunu, ne kadar çok orada olmak istediğimi söyleyeyim. Ben aradığımda resimleri çekiliyormuş ama olsun en azından sevgilerimi iletebildim.
Bütün gün surat asıp bu gidemediğim kaçıncı düğün diye hayıflanırken Burakla beraber Philadelphia'ya gidip "Rocky" fliminin çekildiği yerleri gezmeye karar verdik. Yaşadığımız yerden 45-50 mil civarı uzaktaki "Philadelphia Museum of Arts" yani aslında "Rocky Steps" olarak bilinen yeregeldik. Müze gezmeye talepten çok hemen yanındaki Rocky heykeli ile resim çektirebilmek için sırada bekleyen upuzun bir kuyruk vardı. Biz Türkler sıraya girme konusunda Amerikalılar kadar sabırlı olmadığımızdan, heykelin uzağından da olsa resimlerimizi çektikten sonra Rocky Step'leri çıkmaya başladık. En tepeye yani müzenin girişine vardığımızda 3 tane beyaz limuzin, 3 adet gelin ve damat, ve de onların nedimeleri resim çektiriyorlardı. Meğer bu Art Museum insanların evlenirken resim çektirmek için özel olarak gittikleri bir yermiş. Biz biraz dinlenmek için bulduğumuz banka oturup "düğün alaylarını" seyrederken, birden 3-5 kişiden oluşan gençler grubu ellerinde kocaman bir teyp ve Rocky müziği "eye of the tiger" dinleyerek dansetmeye başladılar. Daha sonra poz veren gelin, damat ve nedimeler de onlara katıldı ve kendimizi bir anda bir düğün ortamında buluverdik.

Gerçekten cok eğlenceli idi, özellikle çok isteyip de katılamadığım düğünü sayıklerken kendimizi böyle bir ortamda bulmak inanılmaz oldu. Havaya atılan çiçekler, uçuşan duvaklar, birbirinden mutlu suratlar, bunu paylaşan dostlar...harikaydı..kendi arkadaşımın düğününde olamasam da o ortamı biraz olsun hissetmek güzeldi..
Düğünler gibi doğumgünüleri de insanın aklını buradan alıp İstanbul'a götürüyor. Burçin'in düğününün ertesi günü 9.8.2009 ablam Asena'nın doğumgünü idi. Aklımız yine feci şekilde yapacakları kutlamada, kesecekleri pastada kaldı. Allah sağlıklı, mutlu, huzurlu, upuzuuun ömürler versin!!
Allah gerçekten başkası için mutlu olmayı bilen, başkasının mutluluğunu kıskanmadan paylaşabilen, güleryüzlü, eğlenmeyi bilen dostlar versin.
Uzakta olunca sevdiklerinin değerine değer katılıyor ve onları daha çok düşünür hale geliyorsun. İstanbul'da yaşam, trafik, stres, iş, zaman darlığı derken belki de sevdiklerimizi ihmal ediyor ve sonsuz yaşama zamanımız varmışcasına hareket edip, bazı yapılması gerekenleri erteliyoruz. Ben buraya geldikten 1 sene sonra, İstanbulda iken neden ilkokul arkadaşlarımla tamamen irtibatımın kopuk olduğunu düşündüm ve facebook aracılığı ile birçoğuna ulaştım. Uzakta olunca tanıdığın, sevdiğin herkese sahip çıkıyorsun sanırım:)
Burçincim sana ve Kereme sonsuz mutluluklar ve huzurlu, sağlıklı aşk dolu upuuzuun ömürler diliyorum..Katılamadığım diğer evlenen bütün arkadaşlarıma da aynı dilekleri tekrarlıyorum. Orada olup sizinle delicesine dansetmek isterdik!!!
Kaçırdığım bütün doğumgünülerini kutluyorum. ABLAM'ın ve haftaya SOFI'minkini kocaman kocaman kutluyorum.:)
Daima daima mutlu günlerde birlikte olmak dileğiyle..
sevgiyle...












11 Ağustos 2009 Salı

uzaklarda olmak...

merhabalar
dünyanın öbür ucundan okyanus aşırı mesafelerden yazıyorum.
Burda hava bugün cok sıcak yaklaşık 35 derece, ama bizim bildiğimiz İstanbul sıcağı gibi değil çünkü burda bir anda yağmur yağar, şimşek çakar, fırtına cıkar. Sonra hiçbirşey olmamış gibi güneş yeniden yüzünü gösterir. Bir de o nem yok mu? "Friends" seyredenler bilirler hani bir bölümde Barbados'a gidiyorlardı ve orada Monica'nın saçları nemden dolayı kabarıyordu.İşte coğu zaman burada öyle gezmek zorunda kalıyorum:)
Sıcaktan bunalıp kendinizi kapalı mekana atmak istediğinizde, bu alışveriş merkezi veya büyük devasa marketlerden biri olabilir, klimalar öyle bir çalışıyor ki aklınız hayaliniz durur. Eksi 5 derece rahat vardır. Geçenlerde sinemaya gittik. "Public ennemy" oynuyordu. Yaz ayında olduğumuzdan tişörtlerimizle sinemaya girdik. Hayatımda uzun zamandır o gece üşüdüğüm kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum. Burak kollarını ısıtmak için kollarını tişörtünün içine soktu, ben dizlerimi karnıma çektim ki ayaklarım ısınsın..keşke yanımızda battaniye getirseydik yok hırka alsaydık ya da atkı getirseydik diye söylenmekten flimden de birsey anlayamadık.
Burada yaşıyorsanız yaz aylarında hırkalarınızı kaldırmayacaksınız. Çantanızda mutlaka bulunduracaksınız çünkü aynı şekilde yemeğe gittiğiniz restoranlar da derin dondurucu kıvamında.
Üniversiteler de aynı tabiiki..anfilerin, sınıfların soğundan hocaları doğru düzgün dinleyemiyorsunuz çünkü kahve almamışsanız soğuktan içiniz geçiyor şöle bir kestirme hayali kuruyorsunuz bütün ders...
Bugün 3 ay aradan sonra ilk defa okula geldim, kitaplarımı aldım ve haftaya başlayacak olan dersler için hazırlanmam gerekiyor. 3 dersden ders basına 50şer sayfa okumam var ve bir hafta zamanım. Sabahın 9undan beri kütüphanedeyim fakat o kadar üşüdüm ki değil okumak kitapları açamadım bile. Henüz okuldaki kafeler açılmadığından 5 dakika mesafedeki "mall" içindeki caffee beanery 'den kahvemi aldım umarım birşeyler okuyabilirim.
Burada neler yaptığımı, Amerikada hayatın nasıl olduğunu, en çok nelerin özlendiğini ve gördüklerimi sizlerle paylaşacağım..umarım okumaktan keyif alırsınız..
şimdi dersime dönmem gerek
uzaklardan sevgiyle....