6 Ekim 2010 Çarşamba

Canım Babama..


Yıl 1947..Ekimin 7 si..


California Berkeley, Herrick Memorial Hospital..


Saat gece yarısı 3.32. Kapkara, çok saçlı bir bebek açıyor gözlerini dünyaya..


O zamanlar Amerikada hastanelerin doğumhanelerinde, yeni doğan bütün bebekleri bir arada tutyorlar..


Babası camdan bakıyor bebeklere.."Gerek yok göstermenize, ben biliyorum hangisi benimki" diyor genç adam. "En saçlısı, en esmeri tabiiki de.." Gidiyor, alıyor bebeğini kucağına, sarılıyor, öpüyor, kokluyor..Amerikan vatandaşı Bülent bebek doğuyor..


3yaşına kadar kalıyor Amerikada..Çat, pat konuşuyor ingilizceyi.. Upuzun süren bir gemi yolculuğu ile 1950 yılında dönüyor memlekete. Bir daha da hiç konuşmuyor ingilizceyi..


İnsanların uğruna hayatını heba ettiği "Amerikan Pasaportunu" 40lı yaşlarında, eşinin, dostunun ısrarı üzerine "lütfen" çıkarttırıyor.


Bülent bebek büyüyor, gencecik bir delikanlı oluyor. Hukuk fakültesine gidiyor, gençliğinin baharında hayatının aşkı "Neşe"si ile tanışıyor.


Çok seviyor onu, evleniyor. 1975 yılında ilk bebekleri oluyor. Bülent o kadar seviyor ki bulmaca çözmeyi, elinden düşürmediği bulmacasından buluyor ilk göz ağrısının ismini..Asena bebek geliyor.


Aradan 5 yıl geçiyor, Bülent bu arada avukatlık mesleğinde adım adım ilerliyor, emin bir şekilde yükseliyor. 2. bebek geliyor..1980'li yıllarda bilinmiyor önceden bebeklerin cinsiyeti.


Doğumhane kapısında heyecanla beklerken hemşire çıkageliyor, "maalesef" diyor, bir kızınız daha oldu!! Bülent'i zor alıyorlar hemşirenin üzerinden..Bıraksalar sıkacak gırtlağını kadıncağızın..Bilmiyor ki zavallı hemşire Bülent'in kızlarına nasıl düşkün olduğunu...


Yıllar hızla geçiyor..O kadar hızlı ki, dönüp baktığında değerinin hiçbir şekilde ölçülemeyeceği anlar kalıyor zihinde sadece..


Mesleğinde hızla ilerleyen Bülent kızlarının da aynı yoldan ilerlemesini istiyor. İlk göz ağrısı o kadar sanatçı ki ikna edemiyor onu, avukat olmaya, 2.sinin idealleri arasında para kazanmak var, çok da önemsemiyor o meslek bu meslek...Kabul ediyor babasının tekliflerini..


Hukuk fakültesi hayatını değiştiriyor..En yakın dostlarını burdan ediniyor babasının 2. bebeği, hayata bakış açısı değişiyor, çok okur yazar oluyor..


2000li yıllar, mutluluk üzerine kurulmuş bir şekilde geçiyor. Bülent; tatlıların tatlısı, dünya tontonu bir baba ve " ÇOK GÜÇLÜ BİR DOST" oluyor kızlarına, eşine..


Onların fikirlerini almadan önemli adımlar atmıyor..Hayatta en büyük hedefi mutlu olmak, tat almak, eğlenmek ..Sevgi, güven, dürüstlük, hoşgörü öğretiyor kızlarına ve etrafındaki herkese..Öğrenemeyenleri dert ediyor kendine..Öylesine dert ediyor ki teselli edemiyor hiçbir şey onu. Üzüntü, kuruntu yapıyor kendine, içine atıyor belki de..


Yıl 2004..


2. bebek hukuk fakültesinden mezun oluyor. Çok şanslı hissediyor kendini, bugünlerini gördü biricik aşkı babası diye..


Baba, arkadaş, sırdaş, meslektaş.. Patronu oluyor kısa bir süre sonra..


İş arkadaşlarına, çalışanlarına da evladı gibi davranan babasına kızıyor bazen çok toleranslı olmasına ama nafile. Kocaman yürekli insanların iyilikle dolu içleri vuruyor dışlarına birkere..


6 ay, sadece 6 ay....


6. ayın sonunda takvim sayfalarından yırtıp atmak istediğimiz o gün geliyor..Geliyor çatıyor işte.. Her güzel şeyin bir sonu varmış gerçekten..


İnanmıyor kimse, inanamıyor ama gerçek..


O zaten hiçbir zaman bu dünyanın insanı olamadı, olamazdı, o kadar iyilikle dolu bir kalp nasıl dayansın ki dünyanın kötülüklerine.. Herkes karşısındakini kendi gibi bilirmiş, o da herkesi o kadar iyi sanıyordu, belki de göruyordu haksızlıkları, kötülükleri ama görmezden geliyordu.


Öyle yapardı hep, hastalandığımızda hiç hastalanmamışız gibi yapar devam ederdi, dayanamazdı çünkü bizi üzgün, solgun görmeye..




Yıl 2004,


İlk göz ağrısının bitanesi geliyor dünyaya. 6 ay da olsa ömrüne ömür katıyor dedesinin.. Hissediyordum bunu, insana geliyor sanırım bazı sinyaller..O şimdi 6 yaşında dünyanın en tatlısı dedesinin Sofyası..Sofya onu yıldız olarak biliyor, hatırlamicak ama hep bilecek, kalbinde taşıyacak..O dede öpücüğünü alacak kadar şanslı bebek...




Yıl 2010,


2. bebeğin bebeği geliyor dünyaya.. Ada Aleyna..


Delaware, Newark..Amerikada 60 yılda değişen birçok şey gibi, doğumhanelerde bebekler doğar doğmaz annelerinin yanlarına veriliyor. Dedesi gibi çok saçlı doğuyor ve Amerikadaki sarışın kel bebekler arasında farkediliveriyor....Hastaneye yani doğuma giderken tutuyor Aleyna'nın annesi Bülent'in resimlerini sıkı sıkı, ediyor duasını.. Biliyor ki yardım edecek, gökkuşağının ardındaki yıldız ona...Aleyna da onu şimdiden tanıyor, minicik yaşına rağmen dedesinin hikayelerini dinliyor...




Yıl 2005

Bülent'in Neşe'si, Asoş'u, Nazlı'sı, Sofya'sı ve Aleyna'sı...Hepsi onsuz kaldı..






Bugün 7 Ekim 2010..


Doğum günün kutlu olsun.. 63. yaşını nasıl kutlardın kimbilir.. Evlilik yıldönümün ile birleştirip bizi yine bir yerlere götürürdün..Belki de biz sana süpriz parti hazırlardık..


Senden sonra eğlenemez olduk, hediye almanın da pek bir keyfi kalmadı..Bulamıyoruz senin bizi götürdüğün kadar güzel yerler sanırım..Herkes de bir yerde, mesafeler girdi araya..ama kalplerimiz yine bir merak etme..


Nasıl ayrı olsun ki..senden öğrendik sevmeyi, birlikteliği, tat almayı, mutlu olmayı..


Seni çok özledik...


7.Ekim saat: 00:15

Sana söylemek, danışmak, anlatmak ve seninle yaşamak istediğim o kadar çok şey var ki..

Seni çok seviyorum

Seni göremeyecek olmak içimi öylesine acıtıyor ki..ama seni hissetmek, yıldızların arasından bize bakıp gülümsediğini bilmek yine de huzur veriyor...


Doğum günün kutlu olsun...

25 yıl seninle yaşayabildiğim için çok ama çok şanslıyım..

Biz hepimiz seni özlemek dışında iyiyiz..


Başka bir dünyada görüşmek üzere...canım babacım...


Nazlı'n...

3 Eylül 2010 Cuma

Yeniden Yazıyorum işte:)


Hayatta değişikler yeni başlangıçlar yapmak gerek..

Karar vermek ve arkasında durmak, gelecek diğer yeniliklere hazır olmak gerek..



Şubat ayından beri yazamıyorum.. Hayatıma daha dogrusu hayatımıza çok değerli herseyden değerli bir yenilik girdi..O geleli 2 ay oldu..Gece-gündüz, hayat, saatler, öncelikler, beklentiler..hersey değişti..



Bugün o yenilikten ziyade içimden başka şeyler yazmak geldi.

Her son bir başlangıç..



3 senedir yaşıyorum burda..İlk geldiğimde çok sessiz çok sakin çıt çıkmayan bu site bana ilaç gibi geldi..İstanbul'un kaosu, trafiği, garip insanları, avukatlık, ofis..Burası bana o kadar iyi geldi ki..

Sitedeki yapay göllerin etrafında saatlerce turlayıp, sessizliğin, şehirden uzak olmanın tadını çıkartıyordum adeta..

Çıt yok..Kelimenin tam anlamı ile çıt yok..Gölde yüzen ördekler dısında hafta içi iş saatlerinde başka canlı da görmek mümkün değil..



Evler çok ferah, neye ihtiyacın olursa düşünülmüş..



Arabasız yaşayamazsın, ekmek almaya gidemezsin.. 3 sene geçti.. İlk evimiz...

Aslında yaşadıgın yer neresi olursa olsun orayı ev yapan sensin..İçini ferah da yapan, huzuru sağlayan da sensin..

Balkondan, camdan saatlerce yeşilliğe bakıp, kar yagdıgında buz tutan gölleri evi bilmiş ördeklerin o sogukta nereye sıgındıklarını düşünerek geçirdim çoğu zamanımı...



İstanbul yaşamına alışık, tam da o kalabalığın ortasından çıkıp gelenler burda yapabilir mi? Bir sebep gerek.. Aşk, tutku, huzur...hersey olabilir.. Bir sebebin varsa yaparsın hatta başkalarının göremediği güzellikleri de görebilirsin..Senin dünyan..kimse anlayamaz..



Ama sanırım Can Yücel'in dediği gibi:

"Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa

Annenin babanın evini,

Tam zamanında başka bir şehre gidip

Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.

Tam zamanında dönmelisin memleketine......"



Yok yok memlekete dönmuyoruz henüz.. Onun da zamanı var ama bilmiyoruz henüz..

Sadece şehir hayatına geçiyoruz..

Banliyö hayatı bitiyor...



Ben böyleyim işte..çok sıkıldıgım artık bitsin dediğim olaylar bittiğinde bile burulabilirim..

Burdan cok mu sıkıldım?? Yok çok sıkılmadım sadece şehir hayatını özledim.. Özledik..



"Mutluluk birlikte olmaktır". Geçen gün seyrettiğim dizide duydum bu lafı.. Hatta bir pankart açmışlardı bunu yazan.. Mutluluk sevdiklerinle beraber olmaktır..

O zaman ev olur yaşadığın yer, o zaman vazgeçilmez olur, o zaman senin evin olur...



Bir aydan fazladır bakıyoruz, şehir içi yaşamın artılarını eksilerini tartıyoruz..Hala kesinlik yok, aradığımızı bir türlü bulamıyoruz, emin olamıyoruz, karar veremiyoruz..



Başta aldık bir karar arkasında durmaya çabalıyoruz..



Hayatımızın bir dönemi bitiyor aslında..yeni bir dönemi başlıyor..

Delaware eyaletinin Bear şehri...Kim bilir burayı İstanbuldan, kim gelir buraya işi olmazsa..



Nedense içimi garip bir "hüzün" desem değil, "heyecan" desem var, "korku" desem biraz... kaplıyor..



Bu benim işte, alışkanlıklarımdan vazgeçmek kolay olmuyor.



Karar verdik, arkasındayız..



Delaware de geçen 3 koca yıl, burada edinilen dostlar, harika bir baby shower partisi, hukuku sevdiren üniversite eğitimi, mezuniyet, tax free alışveriş şenliği, devasa marketler, kocaman outletler, dümdüz; virajsız, rampasız yollar...



Burada hayat bu şekilde devam edecek.. Benim aklımın köşesinde bir yerde hep olacak..Bu site, bu ev, burdaki hayat..

Alışmışım 3 yılda...İnsan herseye alışıyor, benimsiyor bir süre sonra..

İstanbul, İstanbul diye inliyorsun burda..Onun da zamanı gelecek ama laf geçiremiyorsun yüreğine..Sevdiklerini, bogazı, simit yemeyi, heryerde ikram edilen demleme çayı özluyorsun..

Belki de 10 yıldır Amerika-Türkiye hasretleri, vedaları, gun saymaları bu kadar hassas yaptı beni..ve tabii ki yaşanılan ani kayıplar..Kimseye ve hiçbir yere veda etmek istemiyorsun işte..

Önüne bakacaksın, güzellikleri görüp üstünde durmayacaksın bu detayların ki geriye bakmadan ilerledikçe daha iyilerine kavuşasın...

İste budur hislerim..Heyecanlıyım, mutluyum..
Yeni başlangıçların yeni mutluluklar getirmesini diliyorum..Tereddütsüz ilerlemeler, kolayca alınan kararlar temenni ediyorum...

Sevgiyle kalın....

16 Şubat 2010 Salı

OLUMLAMA...


Dün derste hoca bir terimin tanımını sordu..Kimseden ses çıkmadı..Ben de parmak kaldırıp bildiğimi söyledim. Hoca "excellent" dedi.. Aman tanrım!!! bendeki mutluluk görülmeye değerdi..Yaklaşık 3-4 haftadır, sadece haftada 1 gün 2 saat gordüğüm, ve belki okul bitince bir daha hiç göremeyeceğim bir amerikalıdan bunu duymak neden beni bu kadar mutlu etti die düşünmeye başladım..


Onaylanma duygusu...Bunda karar kıldım..Belki de sadece bir parçası ama beni bu mutlu etti sanırım..



Hayatım boyunca eleştiri yapmamaya gayret ettim ediyorum da..



Bana 5 sene önce biri demişti ki "ne yaparsan yap USLUP cok önemlidir". Ben bu lafı hayatımın her alanında uygulamaya çalısıyorum.. Her zaman başaramıyor olabilirim ama en azından attığım her adımın uygun bir uslupla olmasına gayret ediyorum..




Birilerini hiçbir zaman onaylamazsanız, yaptığı hiç ama hiçbir şeyi doğru bulmaz ve surekli olumsuz onamalar yaparsanız, o insana hiç şans vermemiş ve aslında gerçekten neler yapabileceğini kaçırmış olursunuz bana göre.




Yapamadın, yanlış yaptın, olmadı, böyle yap...Bunlar insanın kafasını ambale eden, yaptığı her ne ise bunları duyduktan sonra ne motivasyon ne inanç bırakan olumsuz onamalar..



Şöyle düşünelim, bir sabah uyandınız, yataktan kalktınız, ve o andan itibaren "hastayım" demeye başladınız. Bunu sık sık tekrarlar ve en önemlisi inanırsanız o günü hasta geçirebilirsiniz hiçbir şeyiniz olmamasına ragmen.


Sevdiğiniz, deger verdiğiniz birinin size söyleyeceği olumsuz cümleler de siz de aynı etkiyi yaratabilir. Biliyorum bu durum bende biraz fazla etki yaratabiliyor yani herhangi birinin söylediği birsey bile günümü değiştirebiliyor ama elimden geleni yapıyorum..En azından sadece benim için önemli olanların yorumlarının beni etkilemesine izin vermeye çalışıyorum...





Mesela, iş yerinde işi öğrenmeye çabaladığınız süreç çok öenmli ve hassas bir dönem. Hem siz kendinizi kanıtlama hem de çabuk öğrenme gibi vasıflarınızı göstermeye çalışırken, birinin size her yaptıgınızın yanlış olduğunu, hatta doğruları bile görmezden geldiğini hissetmek çok yorucu ve tamamen kariyeriniz aleyhine bir durum yaratır.



Bu gibi herseyleri olumsuz karsılayan insanlara karşı savunma mekanizmaları geliştirmek gerekir. Benim psikoloji eğitimim yok ama insan psikolojisinden az da olsa anladığımı idda edebilirim. Karşınızdakine sürekli olumsuz cümlelerle yaklaşırsanız iletisim kuramazsınız ve o kişi sizden kaçmaya başlar. Aslında kişilerin sizden kaçmasına umursamıyorsanız çok da önemli olmayabilir sizin için yani kendi yaptığınız her adımı dogru bulup eleştirmekten keyif alıyorsanız bu da bir yol..



Ben insanların birbirlerinden durmadan birseyler öğrenebileceğine inanıyorum. 5 yaşındaki prenses yeğenim Sofya'dan bile bir sürü şey öğrendiğimi idda edebilirim. O halde neden ona bile kendi yolumu öğretmeye zorlayayım ki...



Her insanın kendi yolu, her insanın kendi tarzı ve her insanın kendi dogruları vardır, önemli olan başkalarınınkini de yanlış diye hemen harcamamak...



Bundan birkaç yıl önce konuşma fırsatı bulduğum bir NLP danışmanı ( NLP: Neuro Linguistic Programming, Türkçede "Sinir Dili Programlaması" olarak adlandırılmış ve kişilerin pozitif gelişimine katkı sağlayan bir bilim dalı) bana insanları 3 gruba ayırabileceğimizi bazılarının işittiklerinden yani duyma duyuları cok gelişmiş olduğundan, hemen etkilendiklerinden; bazılarının görme duyuları yani her gördüklerinden cok etkilenip hayatlarını ona göre yönlendirdiklerinden; bazılarının ise tat ve koku alma duyularını kullanarak dış dünya ile iletişim kurduklarını ve hayatlarının daha çok bu duyuları sayesinde şekillendiğinden bahsetmişti.



Ben tamamen ve tamamen işitme duyusunun ağır bastığı bir insanım. Biri kazara saçın cok çirkin olmus derse, ya da özene bözene hazırladıgım herhangi bir şeyi beğenmezse...vay onun haline:)



Tamam kabul ediyorum benim etkilenme alanım oldukça fazla ama gerçekten çalışıyorum bu konuda..Heralde kendim bu kadar etkilendiğim için genelde birseyleri begenmesem bile bunu da belirtmem gereken bir durum ise, olabildiğince nazik ve olumlayarak yapmaya gayret ediyorum.



Böylece karşımda o kadar emek harcamış olan kişiyi kırmamış, gününü kötü yönde etkilememiş ve hatta güvenini kazanmış oluyorum.



Sonuç olarak yine uslup mevzusuna dönebilirim. Kimse herşeyi begenmek, dogru bulmak zorunda değil. Ama bunu belirtmeden belirtmeye de fark var.."Çok kötü olmuş" demek var bir de; "doğru yoldasın ama bence daha iyisini yapabilirsin" demek var. Karşındaki kim olursa olsun, sen o işin eksperi bile olsan önce dinlemeli ve anlamalısın. Belki senin asla aklına gelmemiş bir fikir ortaya çıkarabilir ve sen ondan bunu öğrenebilirsin.



Dün sınıfta hocadan duydugum olumlama ile bir anda dersten kopup kafamda bunları düşünmeye başladım. Yaptığım tanım "excellent" demeyi gerektirmiyordu, söylediğim 2-3 cümle doğruydu o kadar, ama hocanın bu olumlu tarzı sayesinde birdahaki dersine daha çok hazırlanacağımı hissediyorum.


Bir alıntı : "Söz büyüdür. Bu nedenle kullandığınız her sözcüğün niyetinizle, varmak istediğiniz noktayla ilgili olmasına özen gösterin".


İşte böyle düşünüyorum, umarım açıklayıcı olmuştur..Hayat boyu olumlu insanlar, olumlu düşünceler yanınızdan eksik olmasın..




sevgiyle...


14 Şubat 2010 Pazar

ELMA-ARMUT MARMELADI..

Geçen gün annemle skype'da konuşurken, buzdolabımdaki atılmaya ve çürümeye yüz tutmuş ve fakat atmaya kıyamadığım onca elma ve armuttan bahsediyordum..

Aslında ben tart-kek-kurabiye ürünlerini çok sevmeme rağmen, pişirdikten sonra tek başına yemek çok da anlamlı olmadığından yani İstanbuldaki gibi 5 çayına gelen misafirleriniz olmadığından, bazen pişirmek istemiyorsunuz ya da üşeniyorsunuz. Evime Turkiyeden gelecek misafirlerimi bekliyorum güzel hamur işleri yapmak için sanırım:)) Bu sebepten okuduğum onca elmalı-armutlu kek-kurabiye tariflerini çok da yapmak istemiyordum.

Annem de kalan meyvalardan marmelat yapabileceğim aklını verdi. Ve hakikaten inanılmaz pratik, katkısız, taptaze kahvaltılık yaratmış oldum.

Mutlaka biliyorsunuzdur ya da akıl etmişsinizdir daha önce, ama insan uzakta olunca Türk ailelerine has bu gibi hususları akıl edemiyor işte:)

Pratik marmeladın tarifini hemen paylaşıyorum:

Malzemeler:

Dolabta kalmış elma-armut

Yarım bardaktan biraz fazla şeker

Yarım limon


Yapılışı:
Meyvaları soyup makinadan geçiriyorsunuz, tencereye atıp uzerine yarım bardak( veya daha fazla) şekeri ekliyorsunuz ve kaynatıyorsunuz.

Eğer kıvamı koyu ise biraz su ekliyorsunuz.

Hatta ben çok az tarçın da ilave ettim.

Üzerine yarım limonu sıkıp kaynatmaya devam ediyorsunuz.

Hemde pişerken cok güzel kokuyor.

Sonra sogumaya bırakıp kavanozunuza koyuyor ve afiyetle yiyorsunuz.



Hem çok saglıklı bir kahvaltılık, hem inanılmaz pratik. Yaklaşık yarım saatte marmelad hazır oldu.

Tavsiye ediyorumm...



Hatta o kadar hafif oldu ki, bir tart hamuru hazırlayıp üzerine marmeladı sürüp, daha sonra üzerine elma dilimleri koyarak fırına verirseniz harika bir tatlı yapmış olursunuz!!



Afiyetler olsun...



Sevgiyle....

7 Ocak 2010 Perşembe

Kendimce fikirler...

Her babanın bir kızı olmalı...

Kız babaları nedense bir farklı oluyorlar...Belki daha yumuşak belki daha az otoriter bilemiyorum ama bence her babanın bir kızı olmalı...


Bence yeryüzündeki en koşulsuz aşklardan biri bu. Sen dünyaya gelip gözlerini açtığında senin arkanda hep seni koruyup kollayacak birinin varlığı..Kadınların birçoğu sahiplenilmeyi çok sever, kendilerini güven de hisseder böylece. Bu güveni hayatta bir tek baba verebilir kız çocuklarına.



Tabiiki istisnalar var, babasına aşık olmayıp da sevmeyen, onu suçlayan, iyi bir baba olmadığını düşünen ama ben kendimce genellemelerden bahsetmek istiyorum.



Belki kendim ve aynı zamanda ablam biraz uç birer örnektik ve belki de bu sebepten herkesi kendimiz gibi zannedebiliyorum.



Aslında burada çok kilit bir nokta var, erkekler hayat boyu kadınlar tarafından yönlendirilmeye alışmışlar. Doğumlarından itibaren, ne yiyecekleri, ne içecekleri, fazla sahiplenici anneler tarafından coktan belirlenmiş aslında..belli yaşlara gelip annelerinin etkileri azalmaya başladıgında da sevdikleri, beğendikleri, hoşlandıkları kadınların etki alanlarına girmeye başlamış ve bu sefer de onları mutlu etmek için çabalar olmuşlar..


Türk erkeklerinin genellikle her zaman yemekleri önlerine getirilmiş, çamaşırları yıkanmış, hersey onlara hazır sunulmuş..Annelerinden böyle gören erkekler eşlerinden, kız arkadaşlarından da aynı muameleyi bekler olmuşlar.


Kadınlar da zaten yine genellikle, anneleri tarafından erkeklerin hiçbirşeylerini eksik etmeme yönünde yetiştirilip o yönde eğitilmişler..


Kız babaları her zaman kızlarının arkasında olup, kızlarının evlenecekleri erkek mevzuunu üstü kapalı irdelemiş ve kızlarını aslında kimseyle paylaşamama duygularını bastırmayı çoğu zaman başarmışlar. Türk erkek annelerinden daha çok başardıkları bana göre bir gerçek.


Erkek anneleri oğulları için o kadar en mükemmelini isteyip o kadar en mükkemelini sunuyorlar ki, kendilerinin ardından bir başkasının oğullarına aynı servisi yapamayacaklarından endişhe ediyorlar sanırım..


Kız babaları daha objektif olmayı başarabiliyor. Aslında belki her zaman kızlarının tarafındalar ama o şekilde davranmayı becerebiliyorlar.


Daha duygusal, daha anlayışlı, kadın ruhundan daha çok anlar oluyorlar. Benim böyle düşünmem aslında cok doğal çünkü benim babam evde 3 tane hanımla yaşadı. Ama işin güzel tarafı torun heyecanı yaşarken bile kız bebek gelmesi için dua etmesi idi.


Sanırım bir kere o baba-kız aşkını yaşadıktan sonra onun keyfinden vazgeçilemez oluyor.


Dediğim gibi belki de benim babam istisna idi ama çevremde yaptığım gözlemlere göre kız babları her zaman daha farklı oluyorlar.


Çok otoriterleri bile bence içlerinde bir yerde hiç kızları olmamışlara göre daha toleranslı olabiliyor.


Erkek çocuk babaları tabiiki çok şanslı, çünkü kendilerine ilgi alanlarını paylaşacak bir arkadaş geliyor eve. Mesela benim babam beşiktaş maçlarını hayatı boyunca yanlız seyretti, evde 3 tane hanım olduğundan, bize saygısından kufursüz, sakin sakin maçını seyreder, kazanırsa beşiktaş kibar kibar sevinirdi.. Bir oğlu olsa sanırım o çoşku farklı olurdu..İşte sırf ogulu olan babalar sanırım daha az düşünüyorlar evdeki kadınların ne hissetiiğini.. belki daha az düşünüyorlar demek yanlış olur, daha az anlayabiliyorlar çünkü kendilerine eşlik eden arkadaşları ile o kadar iyi vakit geçiriyorlar ki, geriye başka birşey düşünmeye gerek kalmıyor.


Aslında bu işin en ideali, hem kız hem erkek çocuk sahibi olmak sanırım.. Hepsinin kendine göre ayrı ayrı zevkleri, vazgeçilmezlikleri yok mu?


Kız cocukları babalarında gördükleri özellikleri arıyorlar eşlerinde..Bu tez de tamamen çürütülebilir kabul ediyorum, ama genellikle akılda hep güzel şeyler kalıyor ve onlar aranıyor..Ben üniversitede okurken babamın yaptığı bir programa katılmak o kadar heyecan verirdi ki..ve arkadaşlarım sorardı " sıkılmıyor musun ailenle çıktığın zaman"? Benim için bir zorunluluk değil, çok fazla eğleneceğim bir gece demekti anne-baba ile bir programa katılmak.


Çocuk bir yaşa geldikten sonra, sanırım anne-baba arkadaş olabilmeli çocuklarıyla..Bunu başarırlarsa, çocuk ailesinden gizli herhangi bir şey yapma eğilimine girmiyor hiçbir zaman. Ona belirli bir özgürlük verilirse, o da arkadaşlarına asla ihanet etmek istemeyeceğinden annesine-babasına da ihanet etmiyor asla..Mesela, bir babanın alışveriş yaparken, kendisine kıyafet seçerken, ya da işe giderken ne giyeceğine karar verirken kızına danışması o kız cocuğunu o kadar mutlu ediyor ki.. Daha 20li yaşlara gelmeden, belki 15 lerde, sizin idolunüz bir karar verirken size soruyor. Insan 30 yaşına da gelse bu, kişiye düşündüğünüzden daha çok şey katıyor. Çünkü kıyafet konusunda alınan fikirler daha sonra, kız cocugunun yaşı ilerledikçe hayatla ilgili alınan fikirlere dönüşüyor ve bir aile içinde sizin yaşınız kaç olursa olsun bir birey olarak algılanıp fikirlerinizie değer verildiğini hissetmeniz çok ama çok büyük bir gurur ve mutluluk kaynağı oluyor


Kız-erkek cocuk ayırımı olmadan aynı durum geçerli, fakat ben konuya baba-kız ilişkisi diye başladığımdan bu şekilde vurgulamak istedim.
Hayatta insanın babasına duydugu güven sanırım bir daha kolay kolay elde edilemiyor, edilmesine de imkan yok.. Bunu söylerken, eşleri-anneleri tamamen konudan ayrı tutuyorum. O çok farklı çok başka bir aşk. Hepsi kendi içinde yeri doldurulamaz ve başka sevgilerle kıyaslanamaz duygular aslında.

Kahkahaların, mutlulugun en başta sağlığın eksik olmadığı bol çocuklu kalabalık aileler diliyorum herkese..
Kaç yaşında olursa olsun karşındakine birey olarak davranmak ve onun fikirlerini alıp deger vermek insana gerçekten çok şey katıyor..
herkese böle anne -babalar nasip olması dileğiyle...

sevgiyle...