15 Ocak 2013 Salı

Iki Yas Sendromlari

Bir flimden alinti "Hayatinizin en korkutucu gunu ilk cocugunuzun dogdugu gun..Kendi hayatiniz, sizin de bildiginiz gibi, artik yok. Hem de artik bir daha hic olmayacak. Fakat daha sonra, yurumeyi, konusmayi ogreniyorlar ve sen her an onlarla olmak istiyorsun ve hayatinda taniyabilecegin en enfes kisilere donusuyorlar..."
"Lost in Translation" guzel, enteresan bir flim. Bu diyalog gectiginde ben de esim de gozyaslarimiza hakim olamadik. Turkceye cevirince biraz ifade degisti sanirim ama yine de anlamli.
Zor is annelik, babalik. Hayata dair yanlis yapma haklariniz azaliyor bir kere. Dogru kararlar vereceksiniz, dogru zamanlarda dogru yerlerde bulunacaksiniz. Donup arkaniza baktiginizda, gozlerinizin icine bakan, sizden cok fazla beklentisi olan, dunyanin en masum gozleri size dikilmis ve yonlendirilmeyi bekliyor, nakis isler, hamur yogurur gibi dogrulari ona aktarmanizi bekliyor.
Ona bazen oyle bir kiziyorsunuz ki, sizi tutabilene askolsun. Bu bebek ve cocuk milleti sabrinizi, sinirlarinizi sonuna kadar zorluyor. Oyle anlar yasiyorsunuz ki, bazen ne guzellik, tatli soz, ne de kizma veya bagirma cozemiyor. Ben cogu zaman onlari guvenlice yerlestirip, kendi odama gidip bagirip cagirabiliyorum. Ozellikle burada (Amerika'da) bakicisiz gunlerde "care sizsiniz" cunku.
Ben yapi olarak biraz (aslinda oldukca) fevri bir insanim. Yani cok cabuk sinirlenip dunyami karartabilirim. Bir o kadar da kolay unutur donup arkama bakmam,  ve daha sonra neden bu kadar sinirlendigime de anlam veremem. Anne olarak da kolayca kizan bir anneyim, yani hayatin her alaninda oldugu gibi sinirlarima mudahale edildiginde cileden cikiyorum cok kolayca.
Cocuklariniz olunca bu cileden cikma esiginizi yukseltmeniz gerekiyor, ama bunun icin de cok elverisli sartlariniz olmasi gerekiyor.
Mesela, ikinci bebegime hamile kaldigimda ilki 17 aylikti ve iki yas sendromlari baslamak uzere idi. Bu sendromlar ne mi? Bir kere inatlasma donemi, "sakin yapma" diye hasbel kader bagirdiniz mi? Yapilmasini garantiye aldiniz demektir. Her seye "hayir"deme donemi. Aslinda mantik basit, yapmasini istediginizin tersini soyleyeceksiniz.  Bebekleri veya cocuklari ogle uykusu uyuyan anneler ne kadar sansli olduklarini biliyorlardir umarim. Benim ilk kizim, ben hamilelik hormonlari, mide bulantisi, yorgunluk ve uyku ile bogusurken 7/24 oynamak istiyordu. O donemin zorlugunu hatirlamak bile istemiyorum bazen. Hatta, dogum icin hastaneye gidecegim gun (herzamanki gibi yardimcimizin bir mazereti vardi)  esim eve gelene kadar elimde oyuncaklar, cildirmamak icin dualar ediyordum. Neyse cok sukur bu donemler geride kaldi. Kizim suanda 2.5 yasinda, ogle uykusu hala uyumuyor. Bazi gunler yorgunluktan pes ediyor ama o gunlerde de iki numara ariza modunda oluyor ve o hic uyumuyor. Bir de hic sebepsiz aglama ve bagirma krizleri donemi. Boyle bir kriz aninda yapilacak en guzel hareket gormezlikten gelmek. Eger kalabalik bir yerde iseniz, cocugunuz ile basbasa kalacaginiz bir ortama gecip bagirmasinin bitmesini beklemek. 
Ikinci kez anne oldugunuz zaman, bazi seyleri goze aliyorsunuz. Mesela, uykusuz geceler, hic sebebi olmayan aglamalar, saat basi bez degistirmeler gibi..Ama 2 yas sendromunu ilk defa yasadiginiz icin bocaliyorsunuz.
Aslinda bazen "o masum iki yastan" cok fazla sey bekliyorsunuz, malum abla oldu artik. Kardesi gelmeseydi hala bebek muamelesi gorecekti. Ben yapi olarak ne yetiskinlerde ne de cocuklar da simariklik unsuruna katlanamiyorum. Bu sebeple sesim yukselebiliyor. Neyseki 2 yasimizda yedigimiz azarlari hatirlamiyoruz. Cocuklar disiplin istiyorlar, karsilarinda kosulsuz her istediklerini yerine getiren biri varsa, bunu suistimal edebiliyorlar. Kacinilmadan verilmesi gereken tek sey kosulsuz sevgi aslinda. Bu sevgiyi alan cocuk, disiplin edilebiliyor kolayca.
Bebekler anne rahmine dustukleri anda karakterleri de olusmaya baslarmis. Yani siz nur topunuzu kucaginiza aldiginizda aslinda o minicik ve bumburusuk goruntusunun altinda basli basina bir sahsiyet ve karakter bulunuyor. Mesela ben kizima ogle uykusu uyumuyor diye gunlerce kizip sinir harpleri gecirdim. Sonra saglam kafa ile dusundugum zaman, ben bu yasimda bile gunduz uyumaktan hic hoslanmadigimi, gece sadece 2 saat bile uyumus olsam gunduz aktif olmayi tercih ettigimi farkettim.
Esimin de benim de karakterlerimizin en zor kismi olan inatci taraflarimizi bu masum miniklerin de aldigini, ve ne yaparsam yapayim inatlarini kiramayacagimi farkettim.
Mesela buyuk kizim televizyon seyrediyor ve  televizyonun artik kapanmasi gerekiyor, disari cikmak (yani attaaa gitmek") gibi daha cekici bir opsiyonu yok ise televizyonu kapatmak biraz sikinti yaratabiliyor, bu durumda yapilmasi gereken en guzel sey, onunla bu konuda tartisip inatlasmak yerine dikkatini baska bir seye cekmek. Aslinda bu taktik cocuklar konusunda hemen hemen her zaman ise yariyor. Yapma, elleme, kosma, ziplama, bagirma, hoplama demek yerine ona daha cekici gelecek aktiviteler sunmak, onu olumlama yoluyla motive etmek pozitif sonuclar doguruyor.
Butun annelere ve anne adaylarina, bebeklerin ergenlik donemi olarak addedilen iki yas sendromunu atlatmalarinda bol sans diliyorum.
Unutmamamiz gereken en onemli husus, kendimize yapilmasini istemedigimizi baskasina yapmamak, hangimiz bize zorla yemek yedirilmesinden ya da sevmedigimiz bir kiyafetimizin giydirilmesinden ya da en cok sevdigimiz tv programinin seyrettirilmemesinden hoslaniriz ki?
Cocugunuz yemek yemiyorsa (ve tibben herhangi bir mudahaleye ihtiyaci yoksa) birakin yemesin, cok acikinca caresiz sizden yemek isteyecek. Zorlamak onun iki yas sendromunu daha siddetli yasamasindan baska bir ise yaramaz. Bir de her konuda birkac opsiyon sunun. Fakat unutmayin ki opsiyonlar cogaldikca kafasi karisabilir. Pilav mi? Makarna mi? Resim yapmak mi? Hamurla oynamak mi? gibi iki farkli opsiyonun kendisine sorulmasi onu cok iyi hissettirecektir. Aslinda bu denli basit ama biz yetiskinler karmakarisik yapabiliyoruz bazen tipki kendi hayatimizda yaptigimiz gibi.
Her anne kendi sag duyusu ile hareket etmeli, bu isin bir kurali ve dogrusu yok, daha iyisi veya daha kotusu de yok sanirim, sadece nacizane deneyimleri paylasmak ve fikir teatisinde bulunmak amac.
Yazilarimi okuyan, fikirlerime deger verip soru soran arkadaslarima binlerce tesekkur.
Sevgiyle kalin



6 Ocak 2013 Pazar

Buz Gibi Philadelphia'dan Caresiz Anne:)

  Ekim ayinin ilk haftasindan Aralik ayinin ilk haftasina kadar Turkiye'de tatilde idim. Bebeklerimi aldim; esimi, evimi okyanusun bu tarafinda birakarak Istanbul'uma ucuverdim. Herkes pek bir sasirdi bu kadar mesafeyi iki tane minnacik ile tek basima kat etmeme. Bir suru planlar yapiyorsunuz, bir turlu denk gelmiyor bazen. Ha bir de cok fazla buyuk konusuyorsunuz, bir de bakmisiniz ki asla yapamam dediginiz her seyi yapiveriyorsunuz. Neyse, eyluldu, ekimdi derken kendimi ucakta buluverdim. Sarfettigim efor cok ciddi olmakla beraber, bebekle uzun mesafe uculacak en kolay yasin 0-6 ay arasi oldugunu bir kez daha kendime kanitlamis oldum. Boyle bir yolculuk planliyor iseniz en onemli husus ucagin saati. Bizim ucusumuz gece yarisi 12.00 da idi. Philadelphia'dan New York'a yaptigimiz 2,5 saatlik araba yolculugunun ardindan hava alanina geldigimizde, o zaman 2.5 aylik olan 2 numaram halen uyuyordu. Bir numaram ise gecenin bir saati disarda ve uyumaya zorlanmiyor olmanin mutlulugu ve fakat bir yandan bir seylerin degisik olacagi ve aski babasina "bay bay" demek zorunda olmasinin verdigi uzuntu ve enerji patlamasi ile durmadan konusuyordu.
Hava alanlarini ve seyahatleri cok sevmeme ragmen, son 10 yildir hava alanlari icinde fazlaca veda barindirdigi icin duygularim oldukca degisti. Mumkunse kimse kimseyi gecirmeye gelmesin, oradaki vedalasma kisimlari omrumden caliyor.
1 numarali akilli bidik kizim babasiyla vedalastiktan ve guvenlikten gectikten sonra kendisini Victoria Secret'a atarak biraz stres atti sanirim. Renkli cantalara, parfumlere bakip, saticilarla sohbete daldi. Ben bir yandan 2 numaranin icinde uyudugu ikili bebek arabasini itmek bir yandan 4 adet olan el cantalarimizi tasimak ile mesguldum. Ucagin kapisina sagsalim vardiktan sonra ucagimizda yaklasik 2 saat kadar bir rotar oldugunu ogrendik. Ve biz toplamda 3.5 saate yakin bekledik. Etrafimizda bir dolu cana yakin yurdumun insani oldugu icin beklemek dusundugumden daha kolay oldu. Normal sartlarda 1 numara o saatlerde coktan misil misil uyuyor olacagi icin de enerjisi dusmeye baslamisti. Ucaga girme, yerlesme, esyalarin sigmasi, bebeklerin aglamasi derken ucak kalkti. Bebeginiz 2 yasin altinda ise ucaklarda takilabilir bir besik veriyorlar size ve o besikte rahatlikla alt degistirip bebeginizi uyutabiliyorsunuz. Benim en buyuk duam 1 numaranin 2 yas sendromlari baslamadan evvel uykuya dalmasi idi, uykusuzluk daha cok uykusuzluk getiriyor ve basa cikilmaz bir hal alabiliyor bu sevimli 2 yas donemi cocuklari. Birkac kez ayni anda aglama disinda cok ciddi bir sikinti yasamadan ucak tekerleklerini yere koydu. Hamilelik, dogum vs. derken 15 aydir uzak kaldigim Istanbul'uma ve sevdiklerime kavusmama cok az kalmisti. O sevinc, bu yorgunlugu azaltan bir faktordu sanirim.
Ucakta bebeklerin kulaklari acisindan en onemli husus kalkislarda ve inislerde mutlaka emme islevini gerceklestirmeleri. Emzik, biberon veya meme emmeleri kulak sagliklari acisindan cok onemli, daha buyuk cocuklar da sivi alarak, bol bol yutkunarak bu safhayi atlatabilirler.
Istanbul'a geldikten sonra yol yorgunlugunu da atlattiktan sonra Amerika'da yalnizca bir bakicinin insiyatifine bagli olan fedakar anne bir anda anneanne, teyze, babaanne, dede, akraba, es, dost destegi ve yardimina kavusup, istedigi zaman istedigini yapabilme ozgurlugunun tadina vardi.
Cocuklarini mutlu etmek isteyen ve faydali olmak isteyen anneler bunalmamali ve once kendi isteklerini tatmin etmis olmalilar. Bu is Istanbul 'da oldukca kolay. Bir opsiyonunuz mutlaka oluyor, bir cikis yolu mutlaka bulunuyor. Bu kadar uzakta anne olunca bu is pek de kolay olmuyor. Bebekleriniz ayni aynda hasta ise ve bu sogukalginligi yardimciniza da gecmisse gelemiyor, ve siz gerideki tek opsiyon oluyorsunuz. Cok sakin, sabirli ve hosgorulu olmaniz gerekiyor. Harkulade bir Istanbul tatilinin ardindan geri geldigimizde yardimcimiz anca ocak ayinda gelebilecegini baska bir eyalette olmasi gerektigini bize bildirdiginde, sayili gun cabuk gecer mantigi ile hareket ettik ve esimle beraber kollari sivadik. Derken bugun kendisinden gelen bir haber ile artik gelemeyecegini ogrendik. Bu hafta icine ve haftasonlarina yapilan planlar, programlar iptal edildi, ve yine yeni yeniden basa donuldu.
Kalmak mi, donmek mi, Turk bakici mi yabanci mi? Okul mu? Planlar vuku buluncaya kadar is basa dustu. Burada bes dakika sizin icin cocugunuza goz kulak olacak komsu bile bulmak o kadar zor ki.
Turkiye'de anne olanlar, tadini cikarin, simartin kendinizi! Calisiyoruz diye de uzulmeyin. Bebeklerinizin paha bicilmez zamanlarini paylasarak, yardimlasarak gecirin.
Bakalim biz nasil bir yardim caresi bulacagiz.
Bebek hikayelerim bitmez, yakinda gorusmek uzere
Sevgiyle kalin...

3 Ocak 2013 Perşembe

Geri Donus

03.01.2013

Bloguma geri dondum..
Cok uzun zaman olmus yazmayali. Gunler aylari, aylar yillari kovalamis. Bir suru yasanmislik girmis hayatimiza, yenilikler katilmis, yasadiklarimiz yanimiza kar, yasayamadiklarimiz icimizde huzun olmus.
Yeni yila girdigimiz su ilk gun hayatimda yapmak istediklerim konusunda oldukca kararliyim. Karar vermek baslamanin ilk adimi, baslamak da basarmanin yarisidir.
Internette gezinirken birkac bloga goz attim. Kendimden cok sey buldum ve paylasacak bir dolu birikimim oldugunu farkettim.
Artik iki bebekli bir anneyim ve suandaki en buyuk uzmanlik alanim annelik. Halen asik oldugum sehir Istanbul'dan uzakta oldugum icin yazacak daha cok vaktim olacak. Her seyin bir zamani var sanirim hayatta. Neyi ne kadar istesek zorlasak da, olmayinca olmuyor. En son yazimi yazdigimdan bu yana o kadar cok zaman gecmis ki, bir daha asla klavyenin basina oturamayacakmisim gibi hissediyordum. Simdi gecenin saat 11'inde dokuluyor kelimeler birbiri ardinca.
Bu sefer daha deneyimli bir Nazli var, daha anne, daha birikimli ve daha dolu. Ne istedigini bilen, cok kararli, daha sabirli.
5 ay once ikinci kez anne oldum, bu blog bu sefer biraz daha annelige ve kadinliga dair olacak sanirim. Yine hissetiklerim ve yogun duygularim da olacak tabii. Belki biraz daha interaktif olur ve paylasimlar daha buyuk olur. Sesimi de duyurabilirim boylece.
Suanda bebekli hayatin kitabini bile yazabilirim, anlatacak cok sey var gercekten.
Mesela insan kendisi mutlu olmazsa etrafindakilere de mutluluk veremez. Saglik, sihhatten daha sonra mutluluk gelmez mi en onemliler sirasinda? Hayattaki en muhim husus mutlu cocuklar yetistirmek degil midir? Mutlu cocuklar mutlu nesiller yaratir. Cocuklar ailelerinin aynasidir. Hamur yogurur gibi yogurmak gerekir onlari. Kotulugu iyi bir seymis gibi ogretirseniz, sevdiririsiniz. Hamuru iyilikle, guzellikle yogurursaniz sirtiniz yere gelmez.
Bir suredir is hayatimdan uzak kaldigim icin biraz bunalmis ve dunyanin gercekten en zor isini yaptigimi farketmis durumdayim. Sabir, hosgoru ve tolerans... Bu uc kelimeyi gun icinde kac kez tekrarladigimi tahmin edemezsiniz. Yogun bir is hayatini hem de yogun bir annelik hayatini deneyimlemis biri olarak, tartismasiz bir sekilde anneligin daha zor oldugunu vurgulamak istiyorum.
Hamilelikten baslayarak paylasacagim hikayelerimi, deneyimlerimi. Belki ben de bir nevi blogcu anneler kervanina katilirim ne dersiniz?
Yine uykusuz bir gece beni bekliyor. 2.5 senedir, yani anne oldugumdan beri sole deliksiz 5 saat uyudugumu pek bilmem. Isin garip yani hepsi uyuyunca da yapmak istediklerim uyumak istegimden agir basiyor. Hayat cok kisa, yapilmasi gereken o kadar cok sey ve alinmasi gereken o kadar cok keyif varken uyumak vakit kaybi geliyor sanirim. Yazdikca yazmak istiyorum suanda, umarim okurken keyif alirsiniz.
Bitirirken; 2013 yili hepimize saglik, sihhat, nese, kahkaha, sans, guzellik.....pozitif olan ne varsa getirsin. Ayriliklarin sona erdigi, bebek isteyenlerin bebeklerine kavustugu, savaslarin, kavgalarin olmadigi baris ve huzur icinde nice yillar olsun.
Sevgiyle kalin..

6 Ekim 2010 Çarşamba

Canım Babama..


Yıl 1947..Ekimin 7 si..


California Berkeley, Herrick Memorial Hospital..


Saat gece yarısı 3.32. Kapkara, çok saçlı bir bebek açıyor gözlerini dünyaya..


O zamanlar Amerikada hastanelerin doğumhanelerinde, yeni doğan bütün bebekleri bir arada tutyorlar..


Babası camdan bakıyor bebeklere.."Gerek yok göstermenize, ben biliyorum hangisi benimki" diyor genç adam. "En saçlısı, en esmeri tabiiki de.." Gidiyor, alıyor bebeğini kucağına, sarılıyor, öpüyor, kokluyor..Amerikan vatandaşı Bülent bebek doğuyor..


3yaşına kadar kalıyor Amerikada..Çat, pat konuşuyor ingilizceyi.. Upuzun süren bir gemi yolculuğu ile 1950 yılında dönüyor memlekete. Bir daha da hiç konuşmuyor ingilizceyi..


İnsanların uğruna hayatını heba ettiği "Amerikan Pasaportunu" 40lı yaşlarında, eşinin, dostunun ısrarı üzerine "lütfen" çıkarttırıyor.


Bülent bebek büyüyor, gencecik bir delikanlı oluyor. Hukuk fakültesine gidiyor, gençliğinin baharında hayatının aşkı "Neşe"si ile tanışıyor.


Çok seviyor onu, evleniyor. 1975 yılında ilk bebekleri oluyor. Bülent o kadar seviyor ki bulmaca çözmeyi, elinden düşürmediği bulmacasından buluyor ilk göz ağrısının ismini..Asena bebek geliyor.


Aradan 5 yıl geçiyor, Bülent bu arada avukatlık mesleğinde adım adım ilerliyor, emin bir şekilde yükseliyor. 2. bebek geliyor..1980'li yıllarda bilinmiyor önceden bebeklerin cinsiyeti.


Doğumhane kapısında heyecanla beklerken hemşire çıkageliyor, "maalesef" diyor, bir kızınız daha oldu!! Bülent'i zor alıyorlar hemşirenin üzerinden..Bıraksalar sıkacak gırtlağını kadıncağızın..Bilmiyor ki zavallı hemşire Bülent'in kızlarına nasıl düşkün olduğunu...


Yıllar hızla geçiyor..O kadar hızlı ki, dönüp baktığında değerinin hiçbir şekilde ölçülemeyeceği anlar kalıyor zihinde sadece..


Mesleğinde hızla ilerleyen Bülent kızlarının da aynı yoldan ilerlemesini istiyor. İlk göz ağrısı o kadar sanatçı ki ikna edemiyor onu, avukat olmaya, 2.sinin idealleri arasında para kazanmak var, çok da önemsemiyor o meslek bu meslek...Kabul ediyor babasının tekliflerini..


Hukuk fakültesi hayatını değiştiriyor..En yakın dostlarını burdan ediniyor babasının 2. bebeği, hayata bakış açısı değişiyor, çok okur yazar oluyor..


2000li yıllar, mutluluk üzerine kurulmuş bir şekilde geçiyor. Bülent; tatlıların tatlısı, dünya tontonu bir baba ve " ÇOK GÜÇLÜ BİR DOST" oluyor kızlarına, eşine..


Onların fikirlerini almadan önemli adımlar atmıyor..Hayatta en büyük hedefi mutlu olmak, tat almak, eğlenmek ..Sevgi, güven, dürüstlük, hoşgörü öğretiyor kızlarına ve etrafındaki herkese..Öğrenemeyenleri dert ediyor kendine..Öylesine dert ediyor ki teselli edemiyor hiçbir şey onu. Üzüntü, kuruntu yapıyor kendine, içine atıyor belki de..


Yıl 2004..


2. bebek hukuk fakültesinden mezun oluyor. Çok şanslı hissediyor kendini, bugünlerini gördü biricik aşkı babası diye..


Baba, arkadaş, sırdaş, meslektaş.. Patronu oluyor kısa bir süre sonra..


İş arkadaşlarına, çalışanlarına da evladı gibi davranan babasına kızıyor bazen çok toleranslı olmasına ama nafile. Kocaman yürekli insanların iyilikle dolu içleri vuruyor dışlarına birkere..


6 ay, sadece 6 ay....


6. ayın sonunda takvim sayfalarından yırtıp atmak istediğimiz o gün geliyor..Geliyor çatıyor işte.. Her güzel şeyin bir sonu varmış gerçekten..


İnanmıyor kimse, inanamıyor ama gerçek..


O zaten hiçbir zaman bu dünyanın insanı olamadı, olamazdı, o kadar iyilikle dolu bir kalp nasıl dayansın ki dünyanın kötülüklerine.. Herkes karşısındakini kendi gibi bilirmiş, o da herkesi o kadar iyi sanıyordu, belki de göruyordu haksızlıkları, kötülükleri ama görmezden geliyordu.


Öyle yapardı hep, hastalandığımızda hiç hastalanmamışız gibi yapar devam ederdi, dayanamazdı çünkü bizi üzgün, solgun görmeye..




Yıl 2004,


İlk göz ağrısının bitanesi geliyor dünyaya. 6 ay da olsa ömrüne ömür katıyor dedesinin.. Hissediyordum bunu, insana geliyor sanırım bazı sinyaller..O şimdi 6 yaşında dünyanın en tatlısı dedesinin Sofyası..Sofya onu yıldız olarak biliyor, hatırlamicak ama hep bilecek, kalbinde taşıyacak..O dede öpücüğünü alacak kadar şanslı bebek...




Yıl 2010,


2. bebeğin bebeği geliyor dünyaya.. Ada Aleyna..


Delaware, Newark..Amerikada 60 yılda değişen birçok şey gibi, doğumhanelerde bebekler doğar doğmaz annelerinin yanlarına veriliyor. Dedesi gibi çok saçlı doğuyor ve Amerikadaki sarışın kel bebekler arasında farkediliveriyor....Hastaneye yani doğuma giderken tutuyor Aleyna'nın annesi Bülent'in resimlerini sıkı sıkı, ediyor duasını.. Biliyor ki yardım edecek, gökkuşağının ardındaki yıldız ona...Aleyna da onu şimdiden tanıyor, minicik yaşına rağmen dedesinin hikayelerini dinliyor...




Yıl 2005

Bülent'in Neşe'si, Asoş'u, Nazlı'sı, Sofya'sı ve Aleyna'sı...Hepsi onsuz kaldı..






Bugün 7 Ekim 2010..


Doğum günün kutlu olsun.. 63. yaşını nasıl kutlardın kimbilir.. Evlilik yıldönümün ile birleştirip bizi yine bir yerlere götürürdün..Belki de biz sana süpriz parti hazırlardık..


Senden sonra eğlenemez olduk, hediye almanın da pek bir keyfi kalmadı..Bulamıyoruz senin bizi götürdüğün kadar güzel yerler sanırım..Herkes de bir yerde, mesafeler girdi araya..ama kalplerimiz yine bir merak etme..


Nasıl ayrı olsun ki..senden öğrendik sevmeyi, birlikteliği, tat almayı, mutlu olmayı..


Seni çok özledik...


7.Ekim saat: 00:15

Sana söylemek, danışmak, anlatmak ve seninle yaşamak istediğim o kadar çok şey var ki..

Seni çok seviyorum

Seni göremeyecek olmak içimi öylesine acıtıyor ki..ama seni hissetmek, yıldızların arasından bize bakıp gülümsediğini bilmek yine de huzur veriyor...


Doğum günün kutlu olsun...

25 yıl seninle yaşayabildiğim için çok ama çok şanslıyım..

Biz hepimiz seni özlemek dışında iyiyiz..


Başka bir dünyada görüşmek üzere...canım babacım...


Nazlı'n...

3 Eylül 2010 Cuma

Yeniden Yazıyorum işte:)


Hayatta değişikler yeni başlangıçlar yapmak gerek..

Karar vermek ve arkasında durmak, gelecek diğer yeniliklere hazır olmak gerek..



Şubat ayından beri yazamıyorum.. Hayatıma daha dogrusu hayatımıza çok değerli herseyden değerli bir yenilik girdi..O geleli 2 ay oldu..Gece-gündüz, hayat, saatler, öncelikler, beklentiler..hersey değişti..



Bugün o yenilikten ziyade içimden başka şeyler yazmak geldi.

Her son bir başlangıç..



3 senedir yaşıyorum burda..İlk geldiğimde çok sessiz çok sakin çıt çıkmayan bu site bana ilaç gibi geldi..İstanbul'un kaosu, trafiği, garip insanları, avukatlık, ofis..Burası bana o kadar iyi geldi ki..

Sitedeki yapay göllerin etrafında saatlerce turlayıp, sessizliğin, şehirden uzak olmanın tadını çıkartıyordum adeta..

Çıt yok..Kelimenin tam anlamı ile çıt yok..Gölde yüzen ördekler dısında hafta içi iş saatlerinde başka canlı da görmek mümkün değil..



Evler çok ferah, neye ihtiyacın olursa düşünülmüş..



Arabasız yaşayamazsın, ekmek almaya gidemezsin.. 3 sene geçti.. İlk evimiz...

Aslında yaşadıgın yer neresi olursa olsun orayı ev yapan sensin..İçini ferah da yapan, huzuru sağlayan da sensin..

Balkondan, camdan saatlerce yeşilliğe bakıp, kar yagdıgında buz tutan gölleri evi bilmiş ördeklerin o sogukta nereye sıgındıklarını düşünerek geçirdim çoğu zamanımı...



İstanbul yaşamına alışık, tam da o kalabalığın ortasından çıkıp gelenler burda yapabilir mi? Bir sebep gerek.. Aşk, tutku, huzur...hersey olabilir.. Bir sebebin varsa yaparsın hatta başkalarının göremediği güzellikleri de görebilirsin..Senin dünyan..kimse anlayamaz..



Ama sanırım Can Yücel'in dediği gibi:

"Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa

Annenin babanın evini,

Tam zamanında başka bir şehre gidip

Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.

Tam zamanında dönmelisin memleketine......"



Yok yok memlekete dönmuyoruz henüz.. Onun da zamanı var ama bilmiyoruz henüz..

Sadece şehir hayatına geçiyoruz..

Banliyö hayatı bitiyor...



Ben böyleyim işte..çok sıkıldıgım artık bitsin dediğim olaylar bittiğinde bile burulabilirim..

Burdan cok mu sıkıldım?? Yok çok sıkılmadım sadece şehir hayatını özledim.. Özledik..



"Mutluluk birlikte olmaktır". Geçen gün seyrettiğim dizide duydum bu lafı.. Hatta bir pankart açmışlardı bunu yazan.. Mutluluk sevdiklerinle beraber olmaktır..

O zaman ev olur yaşadığın yer, o zaman vazgeçilmez olur, o zaman senin evin olur...



Bir aydan fazladır bakıyoruz, şehir içi yaşamın artılarını eksilerini tartıyoruz..Hala kesinlik yok, aradığımızı bir türlü bulamıyoruz, emin olamıyoruz, karar veremiyoruz..



Başta aldık bir karar arkasında durmaya çabalıyoruz..



Hayatımızın bir dönemi bitiyor aslında..yeni bir dönemi başlıyor..

Delaware eyaletinin Bear şehri...Kim bilir burayı İstanbuldan, kim gelir buraya işi olmazsa..



Nedense içimi garip bir "hüzün" desem değil, "heyecan" desem var, "korku" desem biraz... kaplıyor..



Bu benim işte, alışkanlıklarımdan vazgeçmek kolay olmuyor.



Karar verdik, arkasındayız..



Delaware de geçen 3 koca yıl, burada edinilen dostlar, harika bir baby shower partisi, hukuku sevdiren üniversite eğitimi, mezuniyet, tax free alışveriş şenliği, devasa marketler, kocaman outletler, dümdüz; virajsız, rampasız yollar...



Burada hayat bu şekilde devam edecek.. Benim aklımın köşesinde bir yerde hep olacak..Bu site, bu ev, burdaki hayat..

Alışmışım 3 yılda...İnsan herseye alışıyor, benimsiyor bir süre sonra..

İstanbul, İstanbul diye inliyorsun burda..Onun da zamanı gelecek ama laf geçiremiyorsun yüreğine..Sevdiklerini, bogazı, simit yemeyi, heryerde ikram edilen demleme çayı özluyorsun..

Belki de 10 yıldır Amerika-Türkiye hasretleri, vedaları, gun saymaları bu kadar hassas yaptı beni..ve tabii ki yaşanılan ani kayıplar..Kimseye ve hiçbir yere veda etmek istemiyorsun işte..

Önüne bakacaksın, güzellikleri görüp üstünde durmayacaksın bu detayların ki geriye bakmadan ilerledikçe daha iyilerine kavuşasın...

İste budur hislerim..Heyecanlıyım, mutluyum..
Yeni başlangıçların yeni mutluluklar getirmesini diliyorum..Tereddütsüz ilerlemeler, kolayca alınan kararlar temenni ediyorum...

Sevgiyle kalın....

16 Şubat 2010 Salı

OLUMLAMA...


Dün derste hoca bir terimin tanımını sordu..Kimseden ses çıkmadı..Ben de parmak kaldırıp bildiğimi söyledim. Hoca "excellent" dedi.. Aman tanrım!!! bendeki mutluluk görülmeye değerdi..Yaklaşık 3-4 haftadır, sadece haftada 1 gün 2 saat gordüğüm, ve belki okul bitince bir daha hiç göremeyeceğim bir amerikalıdan bunu duymak neden beni bu kadar mutlu etti die düşünmeye başladım..


Onaylanma duygusu...Bunda karar kıldım..Belki de sadece bir parçası ama beni bu mutlu etti sanırım..



Hayatım boyunca eleştiri yapmamaya gayret ettim ediyorum da..



Bana 5 sene önce biri demişti ki "ne yaparsan yap USLUP cok önemlidir". Ben bu lafı hayatımın her alanında uygulamaya çalısıyorum.. Her zaman başaramıyor olabilirim ama en azından attığım her adımın uygun bir uslupla olmasına gayret ediyorum..




Birilerini hiçbir zaman onaylamazsanız, yaptığı hiç ama hiçbir şeyi doğru bulmaz ve surekli olumsuz onamalar yaparsanız, o insana hiç şans vermemiş ve aslında gerçekten neler yapabileceğini kaçırmış olursunuz bana göre.




Yapamadın, yanlış yaptın, olmadı, böyle yap...Bunlar insanın kafasını ambale eden, yaptığı her ne ise bunları duyduktan sonra ne motivasyon ne inanç bırakan olumsuz onamalar..



Şöyle düşünelim, bir sabah uyandınız, yataktan kalktınız, ve o andan itibaren "hastayım" demeye başladınız. Bunu sık sık tekrarlar ve en önemlisi inanırsanız o günü hasta geçirebilirsiniz hiçbir şeyiniz olmamasına ragmen.


Sevdiğiniz, deger verdiğiniz birinin size söyleyeceği olumsuz cümleler de siz de aynı etkiyi yaratabilir. Biliyorum bu durum bende biraz fazla etki yaratabiliyor yani herhangi birinin söylediği birsey bile günümü değiştirebiliyor ama elimden geleni yapıyorum..En azından sadece benim için önemli olanların yorumlarının beni etkilemesine izin vermeye çalışıyorum...





Mesela, iş yerinde işi öğrenmeye çabaladığınız süreç çok öenmli ve hassas bir dönem. Hem siz kendinizi kanıtlama hem de çabuk öğrenme gibi vasıflarınızı göstermeye çalışırken, birinin size her yaptıgınızın yanlış olduğunu, hatta doğruları bile görmezden geldiğini hissetmek çok yorucu ve tamamen kariyeriniz aleyhine bir durum yaratır.



Bu gibi herseyleri olumsuz karsılayan insanlara karşı savunma mekanizmaları geliştirmek gerekir. Benim psikoloji eğitimim yok ama insan psikolojisinden az da olsa anladığımı idda edebilirim. Karşınızdakine sürekli olumsuz cümlelerle yaklaşırsanız iletisim kuramazsınız ve o kişi sizden kaçmaya başlar. Aslında kişilerin sizden kaçmasına umursamıyorsanız çok da önemli olmayabilir sizin için yani kendi yaptığınız her adımı dogru bulup eleştirmekten keyif alıyorsanız bu da bir yol..



Ben insanların birbirlerinden durmadan birseyler öğrenebileceğine inanıyorum. 5 yaşındaki prenses yeğenim Sofya'dan bile bir sürü şey öğrendiğimi idda edebilirim. O halde neden ona bile kendi yolumu öğretmeye zorlayayım ki...



Her insanın kendi yolu, her insanın kendi tarzı ve her insanın kendi dogruları vardır, önemli olan başkalarınınkini de yanlış diye hemen harcamamak...



Bundan birkaç yıl önce konuşma fırsatı bulduğum bir NLP danışmanı ( NLP: Neuro Linguistic Programming, Türkçede "Sinir Dili Programlaması" olarak adlandırılmış ve kişilerin pozitif gelişimine katkı sağlayan bir bilim dalı) bana insanları 3 gruba ayırabileceğimizi bazılarının işittiklerinden yani duyma duyuları cok gelişmiş olduğundan, hemen etkilendiklerinden; bazılarının görme duyuları yani her gördüklerinden cok etkilenip hayatlarını ona göre yönlendirdiklerinden; bazılarının ise tat ve koku alma duyularını kullanarak dış dünya ile iletişim kurduklarını ve hayatlarının daha çok bu duyuları sayesinde şekillendiğinden bahsetmişti.



Ben tamamen ve tamamen işitme duyusunun ağır bastığı bir insanım. Biri kazara saçın cok çirkin olmus derse, ya da özene bözene hazırladıgım herhangi bir şeyi beğenmezse...vay onun haline:)



Tamam kabul ediyorum benim etkilenme alanım oldukça fazla ama gerçekten çalışıyorum bu konuda..Heralde kendim bu kadar etkilendiğim için genelde birseyleri begenmesem bile bunu da belirtmem gereken bir durum ise, olabildiğince nazik ve olumlayarak yapmaya gayret ediyorum.



Böylece karşımda o kadar emek harcamış olan kişiyi kırmamış, gününü kötü yönde etkilememiş ve hatta güvenini kazanmış oluyorum.



Sonuç olarak yine uslup mevzusuna dönebilirim. Kimse herşeyi begenmek, dogru bulmak zorunda değil. Ama bunu belirtmeden belirtmeye de fark var.."Çok kötü olmuş" demek var bir de; "doğru yoldasın ama bence daha iyisini yapabilirsin" demek var. Karşındaki kim olursa olsun, sen o işin eksperi bile olsan önce dinlemeli ve anlamalısın. Belki senin asla aklına gelmemiş bir fikir ortaya çıkarabilir ve sen ondan bunu öğrenebilirsin.



Dün sınıfta hocadan duydugum olumlama ile bir anda dersten kopup kafamda bunları düşünmeye başladım. Yaptığım tanım "excellent" demeyi gerektirmiyordu, söylediğim 2-3 cümle doğruydu o kadar, ama hocanın bu olumlu tarzı sayesinde birdahaki dersine daha çok hazırlanacağımı hissediyorum.


Bir alıntı : "Söz büyüdür. Bu nedenle kullandığınız her sözcüğün niyetinizle, varmak istediğiniz noktayla ilgili olmasına özen gösterin".


İşte böyle düşünüyorum, umarım açıklayıcı olmuştur..Hayat boyu olumlu insanlar, olumlu düşünceler yanınızdan eksik olmasın..




sevgiyle...


14 Şubat 2010 Pazar

ELMA-ARMUT MARMELADI..

Geçen gün annemle skype'da konuşurken, buzdolabımdaki atılmaya ve çürümeye yüz tutmuş ve fakat atmaya kıyamadığım onca elma ve armuttan bahsediyordum..

Aslında ben tart-kek-kurabiye ürünlerini çok sevmeme rağmen, pişirdikten sonra tek başına yemek çok da anlamlı olmadığından yani İstanbuldaki gibi 5 çayına gelen misafirleriniz olmadığından, bazen pişirmek istemiyorsunuz ya da üşeniyorsunuz. Evime Turkiyeden gelecek misafirlerimi bekliyorum güzel hamur işleri yapmak için sanırım:)) Bu sebepten okuduğum onca elmalı-armutlu kek-kurabiye tariflerini çok da yapmak istemiyordum.

Annem de kalan meyvalardan marmelat yapabileceğim aklını verdi. Ve hakikaten inanılmaz pratik, katkısız, taptaze kahvaltılık yaratmış oldum.

Mutlaka biliyorsunuzdur ya da akıl etmişsinizdir daha önce, ama insan uzakta olunca Türk ailelerine has bu gibi hususları akıl edemiyor işte:)

Pratik marmeladın tarifini hemen paylaşıyorum:

Malzemeler:

Dolabta kalmış elma-armut

Yarım bardaktan biraz fazla şeker

Yarım limon


Yapılışı:
Meyvaları soyup makinadan geçiriyorsunuz, tencereye atıp uzerine yarım bardak( veya daha fazla) şekeri ekliyorsunuz ve kaynatıyorsunuz.

Eğer kıvamı koyu ise biraz su ekliyorsunuz.

Hatta ben çok az tarçın da ilave ettim.

Üzerine yarım limonu sıkıp kaynatmaya devam ediyorsunuz.

Hemde pişerken cok güzel kokuyor.

Sonra sogumaya bırakıp kavanozunuza koyuyor ve afiyetle yiyorsunuz.



Hem çok saglıklı bir kahvaltılık, hem inanılmaz pratik. Yaklaşık yarım saatte marmelad hazır oldu.

Tavsiye ediyorumm...



Hatta o kadar hafif oldu ki, bir tart hamuru hazırlayıp üzerine marmeladı sürüp, daha sonra üzerine elma dilimleri koyarak fırına verirseniz harika bir tatlı yapmış olursunuz!!



Afiyetler olsun...



Sevgiyle....