2 Eylül 2009 Çarşamba

macera dolu amerika!!!


İnsan bir yerde yaşarken aslında dünyanın ne kadar büyük olduğunu farkedemiyor. Biz nefes alıp verirken hiç bilmediğimiz başka yerlerde, başka insanlar, başka zaman dilimlerinde, başka başka hayatlar yaşıyorlar. Bir yerde gece iken başka bir yerde gündüz, bir yerlerde kış iken başka yerlerde yaz yaşanıyor. Çok derin düşünüp, akılda canlandırmaya çalıştığımızda son derecede garip geliyor. Aslında 2 sene önce yani buraya gelmeden biri bana bu cümleleri söylese "evet hakkaten ne garip" der geçer giderdim. Ama kendi hayatınızdan kopup hiç bilmediğiniz bambaşka bir yere gelince o garipliğin içine düşmüş oluyorsunuz adeta.




Bir işe başlamak zordur, başlamak başarmanın yarısıdır. Mesela hukuk fakultesine girmek avukat olmanın ilk adımı ve artık oraya kapak atmışsınızdır, herkes size avukat gözüyle bakar. Y a da bir yemek yapmak için ilk önce malzemeleri çıkarmak gerekir, gerisi iplik söküğü gibi geliverir zaten. Bilmediğiniz birşeyleri öğrenmek hep zordur ama dedim ya başlamak başarmanın yarısıdır. Sırtına bohçanı alıp uzak diyarlara gitmek; gerisi iplik söküğü gibi gelir mi? Biraz zaman alır, alışmak gerekir, ama başlamışsındır artık ve başarıcaksındır.


Neyle başa çıkmak zor; özlemle.. Gerisi kolay aslında ama zaman gerek alışmak için. İstanbul da yaşayan 30 lu yaşlarda bir türk kadını profili ile amerikada yaşayanlar arasında o kadar fark var ki.. Biz genelde yirmili yaşların sonuna kadar annemizin, babamızın, kardeşlerimizin gözünün nuru şeklinde yaşarız. Evden ayrılmak için genellikle evlenmemizi beklerler. Evlenirsek eğer kendi evimize yerleşmek için yanımzda annemiz, babamız, teyzemiz, kardeşimiz , arkadaşlarımız olur, bize destek verir, yardım ederler. Genelde bu basamakların her biri birer seremoni ile olur.


Gelelim Amerikaya..Burada genellikle 18 yaşına gelmeden ya da gelince anne-baba yanından ayrılınır. Üniversite okunacaksa, ülke çok büyük olduğundan büyük ihtimalle aileden uzak bir yerde üniversiteye gidilir. İlk başta yurtta kalınıp biraz çevre edindikten sonra kafaya yatan birkaç kişi ile beraber ev tutulur. Herkes kendi hayatını yaşamaya devam eder yani sadece "roommate" olunur. Genelde fazla yakın arkadaşlık ya da duygusal bağ kurulmaz ki aradaki ortaklık anlaşması bozulmasın. Aileler arada bir ziyaret edilinir, okurken mutlaka yan işlerde çalışılır. Bu bir magzada satış elemanı, garsonluk, okulda belli işler olabilir. Biz de yani Turkiyede olduğu gibi kişiler yaptıkları işten gocunmaz ve herzaman gururla bahsederler. Okul bitince okul masrafları karşılanmak için alınan krediler iyi bir işe girerek ödenir. Bu arada evlenirler de tabii.


Evlendiklerinde veya "roommate"leri ile yaşarlarken, öyle Türkiyede olduğu gibi, temizliğe gelen kadın, ütüye gelen kadın, yemek yapan kadınları olmaz. Boya badanaya kadar her işlerini kendileri yapar, arabalarını kendileri yıkarlar..Kadınların kuaför günleri kısıtlıdır zaten randevusuz gidilemez. Yüzdeye vurduğunuzda çoğunluğu manikürünü-pedikürünü kendisi yapar. Çocuk doğduğunda da öyle yatılı bakıcılar çok görülmez. Anneler 6. ayda çalışmaya başlarlar ve çocuklarını "daycare" e bırakıp işlerine giderler. Eve gelip yemeklerini yapar daha sonra temizliklerini kendileri yaparlar...


Bu liste böyle uzar gider, İstanbuldaki yaşam lüks mü kalıyor buraya göre? Tabiiki bütün bu örnekler sosyal ekononik durumla alakalı diye düşünebilirsiniz fakat burada bununla o kadar da alakası yok. Herkes her işini kendisi yapmaya o kadar alışmış ki, sırf ütü yapmak için birini çağırmak onlara inanılmaz ve komik geliyor.


Gelin görün ki bir türk kadını için bunlara alışmak biraz zaman alıyor. İlk geldiğinizde panik oluyorsunuz "ben bu kadar işin altından kalkamam diyorsunuz. Türk aklı ve mantığıyla rehberlerden temizlik şirketleri araştırıyorsunuz "2 haftada bir çağırsam kalan günlede de ben şu kadarını yapsam" gibi planlar yapıyorsunuz. Sonra hiç tanımadığınız, dilinizi konuşamayan yabancıları evinize sokup temizletmek ve karşılığında Türkiyeye oranla bir servet verip, bunların yaptığı da temizlik değil ki, nereden bilecekler bizim usulumüzü diyerek vazgeçiyorsunuz.


İş başa düşüyor böylece. Bütün ev işleri size bakıyor.


Yemek-temizlik-dirlik-düzen...Tabiiki eşiniz yardım ediyor ama bir Türk erkeği ne kadar yardım ederse o kadar:)


Bu kadar işlerin altından kalktıktan sonra okula gidiyorsanız dersleriniz var ihmal etmemeniz gereken. Şakası yok her derse 30-40 sayfa bazen daha cok ödev oluyor ve zaman gerekiyor.


Bir de bakımlı olmanız gerek, o kadar ev işinden sonra ellerinizin manikürlü olması gerek..


İstanbulda bu kadar güncel ve basit olan konular burda konu bile değil çünkü insanlar bu işlerin baskasına yaptırılabileceğini bilmiyorlar, akıllarına bile gelmiyor.


Dedim ya alışıyorsunuz hepsine hatta pratikleşip başkalarının yaptığını beğenmez hale geliyorsunuz. Başladınız, başarıyorsunuz.. Ama özleme alışamıyorsunuz. İçinizİn titremesi geçmiyor.

Türk çayını, Türkçe sohbetleri özlüyorsunuz, tanıştıklarınıza durmadan ülkenizi anlatıyor, Türkiye'nin ne kadar özel bir yer olduğunu anlamalarını ağlamaya çalışıyorsunuz. Özlüyorsunuz kısaca, bazen tempoya dalıp gidiyor, günlerin ne kadar çabuk geçtiğini anlamıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz en sevdiklerinizle konuşacak vakit yaratamamışsınız...Derken günler geçiyor, sevdikleriniz sizi görmeye buraya geliyorlar ve siz burda onlar yokken yaptığınız ve keşke burda olsalardı dediğiniz her anı onlara yaşatmaya, sınırlı zamana sığdırmaya çalışıyorsunuz.


Burada yaşamak güzel, özlemek kötü, kavuşmak güzel, veda etmek zor, beklemek heyecanlı..Türkiyeye temelli döndüğümüzde hep aklımın bir köşesinde burası olacak, ben orada uyumaya hazırlanırken burada hayat devam edecek, daha günün ortası olacak, buradaki marketler açık olacak, komşularım aynı saatte evlerinde çıkmaya, USPS ve FEDEX arabaları buralarda gezmeye devam edecek, okuldaki hocalar ders anlatmaya, buradaki minik zenci bebekler parkda oyun oynamaya..Kimbilir o zaman da buraları mı özleyeceğim? aklımda hep canlandıracağım..


yine ve hep sevgiyle...





4 yorum:

  1. işte bütün bu anlatılanları elifin yaşadıkları olarak yorumluyorum oralara giden her evladımız bunları yaşıyor kimi zaman özlem o kadar ağır basıyorki yaşadığımız şu kısacık hayatta evlatlarımızla paylaşmamız gereken en güzel zamanları yaşayamamışız değermi diye yargıladığımızda ise kendi açımdan deymez ama çocuğum mutluysa değer diyebiliyorum.....mutluluk paylaşılınca güzeldir....keşke herşeyi hep beraber paylaşabilsek......hepiniz allaha emanet olun.sizleri seviyorum.yasemin demirkol

    YanıtlaSil
  2. neyseki sizler bizleri ziyarete gelebiliyorsunuz biraz olsun ozlemlerimizi bastiriyor..sizlerin de guzel haberlerini almak bizi cokk mutlu ediyor ayni sekilde..gonuller bir olsun degilmi:) sevgiler//

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Nazli,
    Bence Amerika'da olmanin en zor yanlarindan biri ailelere uzak olmak. Ozellikle yemek konusundan bahsetmek istiyorum.
    Yemek yapmayi cok seviyorum ama her calisan kadin gibi hafta icin yemek yapmaya vakit bulamiyorum. Turkiye'de olsak anneler, kayinvalideler yardima kosardi. Arkadaslarimla konusuyorum, dun aksam annem dolma sarmis getirmis, gecen hafta kayinvalidem kofte-patates yapmis getirmis diye anlatiyolar. Ya biz ne yapalim?
    Ayrica en cok huzunlendigim anlardan biri de yemek yaparken aklima bi soru gelmesi (kac olcu konacakti vs.), annemi arayip sormak istemem, ama Turkiye'de saatin gecenin 3u oldugunu farkedip kos kos oturmam :(
    Sevgiler, Zeynep Somer-Topcu

    YanıtlaSil
  4. aynı şeyleri yaşıyor sanırım burdakı herkesler..birebir aynı hisler..2 sene önce ilk geldiğimde hayatımda bir tek makarna pısırmıstım ve aynı sekılde gecenın bir saati annemi arayıp durmadan soruyordum..oradakı paylasımlar burada malesef yok..insan özluyor ister istemez..aile-arkadaşlar cok aranıyor evet.umarım kalmak istediğimiz kadar kalıp zamanı gelince döneriz yurda:)
    sevgiler..:)

    YanıtlaSil