30 Ekim 2009 Cuma

ALİ NAZIK KEBAP



Arkadaşlar bu 2. denemem, ilki başarızdı ama bu gerçekten lezzetli oldu!


Bu gurbet memlekette taze patlıcan bulmak kolay olmuyor, Amerikalıların pek öyle taze sebze yediği söylenemez. Şans eseri geçen hafta taptaze ve küçük küçük patlıcanlar buldum.


Boyutları önemli çünkü burada salatalık almak isterseniz bir tanesi 1 dolar ve boyu yaklaşık kolunuz ebatında:)


Malzemeler:


5-6 adet patlıcan


bir adet kurusoğan


kıyma


yoğurt


1 çorba kaşığı un


az miktarda süt


1 diş sarımsak




Soğan ile kıymayı biraz da sıvıyağ ekleyerek güzelce kavuruyorsunuz. Patlıcanları közlüyorsunuz.


Ben fırında közledim broil yani gril kısmında 40 dakka civarında közlendi.(tepsi içerisinde)


Közlenen patlıcanları sıcakken soyup bir tavaya alın, 1 çorba kaşığı un ile göz kararı çok olmayacak şekilde üzerinde süt döküp karıştırın. İsteğe bağlı olarak biraz sıvıyağ da konabilir.


1 diş sarımsağı küçük küçük parçalara ayırıp yoğurda karıştırın. Burada süzme yoğurt olmadığından Danone normal yoğurt kullandım.


Payreks bir kaba ilk önce patlıcan püresini, üzerine yoğurdu, en üste de kıymayı dökün.


Buarada kıymayı kavururken kara biber ekin, patlıcanı püre haline getirirken de biraz tuz ekleyin.


Çok lezettli oldu. Tavsiye ediyorum arkadaşlar:)




p.s. ölçülerimin cogunlugu göz kararı, mesela kıyma tariflerde yarım kg yazıyor ama ben biraz daha az kullandım, yogurdu da bol koydum.






sevgiyle...


28 Ekim 2009 Çarşamba

HAYAT-SÜPRİZLER..INSANLARA DAIR...

Hayat süprizlerle dolu..İnsan büyük konuşmayacak..en büyük hata!! Hayat insana öyle birşey sunar ki, bütün büyük konuşup yapamam edememler bir anda yok oluverir. Düşünüceksin, çok yorum yapmayacaksın, kendine saklayacaksın fikirlerini..





Yıllar önce insanların ailelerinden ayrılıp yurtdışında yaşama fikirleri gündeme geldiğinde, ben hayatta yapamam ayrılamam derdim, üniversite zamanı herkes master kovalarken; hayatta yapmam bir daha hukuk okumak mı aslaaaa diye serzenişlerde bulunur, kendi tezlerimi savunurdum heryerde...Ne zaman büyük konuşsam asla yapmam desem, bir şekilde , er veya geç o durumla yüzleşiyorum. Her yazımda tekrarlıyorum, insan hayatta ve sağlıklı ise bütün yapamam edememler boş, bir yolu bulunuyor bazı şeylerin..






Olayları nasıl algıladığımız önemli, yani aslında çok klasik boş bardak-dolu bardak hikayesi, bir şeye çok sevinebiliriz, çok da üzülebiliriz, nasıl algıladığımız önemli.






Beklenmedik hadise karsısındaki ilk duygular: panik, ya olmazsa, ya daha iyisini yapabilirsem..hep bir acaba duygusu..Aslında hepsi boşuna..Ne olacaksa olmuyor mu kendiliğinden?




Ben hala hayatımda herseyi oluruna bırakmayı öğrenemedim, sanki kendi hayatım ve hatta sevdiklerimin hayatı kendi kontrolümdeymiş de bu sebepten hiç hata yapmamam gerekiyormuş, benim bir hatam herkesin hayatını etkileyecekmiş gibi yaşıyorum sanırım..




Bu alanda kendimi eğitmek için elimden geleni yapıyorum.. Mesela bazen sorunlara odaklı kalıyorum aslında neden çözüm arayıp çare arayıp bir an evvel çözüme odaklanmıyorum ki?




O zaman aslında endişeler de kaybolacak, çözümler için adım atılmış olacak..









Peki arap saçı gibi olan durumlardan nasıl çıkılacak? Yine çözüme odaklanılacak..Zaten kolayları herkes başarır önemli olan zoru başarmak mıdır?







Aslında sanırım insanlar sorun olmayan mevzuları sorunmuş gibi görerek problem yaratıyorlar. Ben de böleyim kabul ediyorum..Bazen pireyi deve yapabiliyorum..Çünkü herşeyin yolunda, sorunsuz ilerlemesini istiyorum herkes gibi..Minicik bir pürüz cok huzursuzluk verebiliyor.



Pürüz çıkan konu bir kişiden kaynaklanıyorsa o kişiye haddini bildirme taraftarıyım her zaman:) Kimsenin huzur bozmaya hakkı yok düşüncesinden yola çıkarak bu huyumu her yerde ve her alanda uygulayabiliyorum.



Bazı kurallar vardır, herkes her kuralı bilmek zorunda değildir, karşınızda kuralı bilmeyen biri varsa ona nazik ve güzel bir USLUP ile gösterir, öğretmeye çalışırsınız, yok yine öğrenemiyosa o zaman nazikliği elden bırakabilirsiniz..



Burada bir arkadaşımın basından geçen hikayeyi paylaşmak istiyorum..Arkadaşım bir doktora gidiyor, çok önemli olmayan kronik bir rahatsızlığı var, doktora başka bir sebepten ötürü gidiyor, fakat bu rahatsızlığını her fırsatta dile getirip risklerinden bahsedip arkadaşımın moralini bozuyorlar. Çok risk grubundasın, çokkk büyük risk grubundasın diye diye arkadaşımda ne asap ne huzur bırakıyorlar. Arkadaşım Amerikalı olmadığından , amerikalıların otomatik düşünme mekanizmasına sahip değil yani duyguları daha ağır basabiliyor benim gibi. Bir daha aynı yere gitiğinde orada kendisine durmadan aynı şeyleri tekrarlayan doktorlara haddini bildirmeye hazırlanıyor şuanda..



Birine çok hastasın, çok kötü olacaksın derseniz o insanda ne umut bırakırsınız ne de yaşama sevinci. Mesela, rahmetli anneannem rahatsızlandığında başta annem olmak üzere hepimiz ona hiçbir şeyi olmadığını, üşüttüğünü, kendine çok iyi bakarsa iyileşeceğini vurguladık, durmadan ve durmadan...Bu davranışlarımızın onun ömrünü uzattığına hiç şüphem yok..



Ben de hemen etkilenirim birinin söylediği daha doğrusu duymak istemediğim tarzda konuşulduğu zaman..çirkin ve kırıcı ya da korkutucu konuşulduğu zaman..Ister alıngan, ister başka türlü düşünülsün, zaten beni çok seven insanlar beni kırmak istemediklerinden o şekilde konuşmazlar benimle..bilirler beni çünkü..kırılacağımı, mutsuz olacağımı...Güzel şeylerden de etkilenirim çok kolay...Aslında ne kadar kolay birini mutlu etmek gönlünü almak..



Bir gülücük, bir tatlı söz, biraz geri adım..Bütün gerginlikleri yok etmez mi?





Geçen hafta kütüphanede ders çalışırken biri telefon ile bagıra bagıra konuşmaya başladı. Amerikada enterasan ve dikkatimi çeken bir husus, insanlar kızsa da dönüp o insana birşey sölemiyorlar, sanırım hemen güvenlik ya da benzeri yetkili yerlere haber veriyorlar. Yani böle bir kabalığı yapan biri ile muhattap olmak istemiyorlar. Tabii ki bende ki Türk kanı o kadar sabra tahammül edemeyeceği için, "burası kütüphane, kim telefonla konuşuyor" diye bir çıkış yaptım..İyi de yaptım çünkü hiç cevap gelmeden ses 5 dakika içerisinde kesildi:))


Türkiyede olsak sanırım güzel bir tartışma çıkardı bu durumdan..:))





Hayatta ne yaparsak yapalım, nerede olursak olalım USLUP çok ama çokkk önemli...Güzel bir uslupla atılan her adım mutklaka pozitifliği getirir. Biri sizi kızdırmışsa, onu uyarmak istiyorsanız güzel bir uslupla yapacaksınız ki onu kaybetmeyesiniz..Birinden birşey isteyecekseniz güzel bir uslupla isteyeceksiniz, birinin hastalığının risklerinden bahsedecekseniz güzel bir uslupla korkutmadan anlatacaksınız..Aslında hayatta her alanı uslup mevzuunda toplayabilirz bana göre..


Bazılarına da ne yaparsanız yapın bunları anlatıp kabul ettiremezsiniz, yani onlar uslupsuz gelmiş uslupsuz gidecekler.Ben bu uslupsuzlara biraz fazla takıyorum kafayı sanırım...Tanıyım veya tanımayayım sanki o aksaklığı ve gerginliği düzeltebiliecekmişim hissi var içimde sürekli..


Hayat-süprizler-iyiler-kötüler-usluplular-uslupsuzlar..herşey insanlar için..Güzel süprizleri paylaşacak güzel insanlar daima yanımızda olsunlar..


sevgiyle....

21 Ekim 2009 Çarşamba

NE HISSEDIYORSAK OYUZ!!




Kendinizi nasıl hissederseniz dışarıdan da aynı o şekilde görünürsünüz.. Çok güzel, çok çirkin, çok mutlu, çok depresif, kararsız, pozitif, negatif...içiniz ne ise dışınıza yansir..





Benim bir başucu kitabım var, Burak durmadan alay ediyor bu kitabımla ama bence %100 gerçeklerden bahsediyor.





Kitap şöyle, herhangi bir rahatsizlık adı , psikolojik sebepleri ve iyilişmek için söylemeniz, inanmanız, hissetmeniz gerekenler.. Mesela örnek olarak "aşırı iştah", sebebi: korku-korunma ihtiyacı, veya "iştah kaybı, sebebi : korku-hayata güvenmeme. İyileşmek için "hayatın güvenli ve keyifli olduğuna inanma, kendini emin ellerde hissetme".. gibi.





Bazılarına bunlar tamamen saçmalık olarak gelirken, benim gibi herseyin beyinden geldiğine ve birçok şeyin aslında insanın kendi elinde olduğuna inanlara ise, oldukça tatmin edici gelebilir. Baş ağrısından, sivilcelere kadar insanın hayatta karşılaşabileceği bütün rahatsızlıklara psikolojik sebepler bulunmuş ve bunların tedavi yöntemleri yazılmış zihinsel olarak.





Tabiiki tıp bilimine karşı olamayız yani tabiiki nice hastalıklar vardır ki çaresi yoktur ben bunlardan bahsetmiyorum, insanın günlük hayatını huzursuz eden, çaresi olan ve küçük rahatsızlıklardan bahsediyorum. Kaldı ki günümüzde bir çok büyük rahatsızlığın tedavisinde de yardımcı olarak bu gibi alternatifler kullanılmakta.





Benim bu gibi hususlara açık olmam ve bu derece inanmamda annemin rolu çük büyük. Ben 10-11 yaşlarındayken annem yüksek sesle %100 düşünce gücü adlı kitaptan bana parçalar okurdu, bir insanın hayatta ne olmak istiyorsa olabileceğine inancım o zamnlarda başladı sanırım. Aslında annem okurken çok ciddiye almaz gülerdik ablamla beraber, ama aslında kulağımın bir köşesinde hala çınlar annemin sesi. "Nerede olursam olayım, Ne yaparsam yapayım..." diye başlayan kısım özellikle bodrumda heyecanla akşam havuzbaşına çıkmak için hazırlanıp, saçlarımızı kurutup ne giyeceğimize karar verirken annemin yüksek sesle ablam ile bana tekrar ettirdiği unutamadığım bölümdür.





Şimdi yolun yarısının çok da uzak olmadığı bu yaşlarımda anlıyorum insanların hayatlarında annelerinin rolunun ne kadar büyük olduğunu, onların ağızlarından çıkan her bir kelimenin hayatlarımızın gidişatını nasıl etkilediğini.





Mesela annem geçen gün Buraka demişki, biz heralde bir yerde yanlış yaptık ki bu kız ders çalışırken normal dışı kimliğe bürünüyo:))) gerçekten çok güldüm ama yanlış nerede bulamadık hala..master bitince burak için sevinicem en çok. ( bu konu ile detaylı bilgi için: asena-ayşe-aslıhan bilgi alınabilir)





Neyse, ben şöyle bir varsayıma geldim ki, bir insan sürekli hastayım der, hasta gibi davranır, sürekli mutsuz olur ve bu mutsuzlugunu gizleyemez, sürekli şikayet eder durursa o zaman bütün bu negatiflikler onun karakteri olur.





Aslında hayatta bana göre herseyi çözebilecek olay gülümsemektir. Kırgınlıkları, kavgaları, küslükleri bitiren, olumluluğu çağıran gülümsemektir.





Ve o kadar da zor birsey değil, sürekli somurtmak çok daha zor olmalı, sürekli iç organlarına baskı yapmak, gelen pozitiflikleri itmek, görmemek bence daha zor gerçekten. Bir süre sonra bu tarz insanlardan uzaklaşılıyor. Kimse %100 bir şekilde her istediğine sahip olamadığından zaten çevremizdeki herkesin bir takım sıkıntıları ve belki bizim tahmin bile edemeyeceğimiz dertleri var neden bir de üstüne üstlük başkalarının sıkıntılarını üstlensinler ki?? Tabii ki arkadaşlık gereği dertler paylaşılır ama dert paylaşımından arkadaşlık olmaz. Sürekli birilerini tedavi etmeye çalışarak da ilişkiler yürümez.






Ne hissediyosanız osunuzdur. İş yerinde biliyormuş gibi görünürseniz herkes size güvenir, başarılı olursunuz, bildiğinizi de bilmiyormuş gibi yaparsanız çuvallarsınız. Bazı insanların işitsel yönden algılamaları çok gelişmiştir ve söylenen herşeyden etkilenirler. Böyle insanların bir gününü mahfetmek o kadar kolaydır ki, o kişi her ne kadar kendini çok iyi hissederse hissetsin, herhangi birisinin o kişi ile ilgili herhangi bir şeyi beğenmemesi, o kişinin gününü hatta hayatını bile mahfedebilir. "Sen bunu yanlış yaptın" cümlesi de uzun bir süre kendine olan güvenini ve inancını yitirmesine sebep olabilir. Y da bu sana yakışmamıs cümlesi de benzer etkiler yaratabilir. Bazı insanlar da duydukları yerine gördüklerinden aynı şekilde etkilenebilirler. Biz kimin hangi gruba girdiğini bilemeyiz ama sarfedeceğimiz bir kelime insanların hayatında çok iz bırakabilir. Bu yüzden her zaman her düşünceyi söylemek çok da akkılıca olmayabilir. Bazen kendimize saklamak daha mantıklıdır düşünceleri.




Bilmiyorum paylaşmak istedim bunları, bazen de içinizin pozitifliği ve iyiliği sizde kalıyor, paylaşamıyorsunuz anlamıyor insanlar, aslında ne var bu kadar karmakarışık yapıcak, çok düz çok kolay..Pozitif her zaman negatifi öldürür buna inanırsak belki negatiflikler bezdiremez bizi.




daima pozitif ve sevgiyle...








6 Ekim 2009 Salı

Amerikada Sevdiklerim, NEWYORK izlenimleri...





















Şimdiye kadar Amerika ile ilgili yazılarımda genellikle, burada olmayanlardan, ülkemi özlediğimden yani özetle hep Amerikada sevmediklerimden bahsettim sanırım..






Bu sefer burada olan "artılardan", ve bizim ülkemizde de olsa, ülkemizin ne kadar harika olacağından bahsetmek istiyorum.


Türkiyede kitapçı deyince aklımıza ilk neresi gelir? İstiklal caddesi kitapçıları, D&R..başka? Çok da gelmiyor değil mi? Remzi kitap evi, galeriyada bir tane vardı adını hatırlamıyorum şuanda..

Amerikaya ilk kez turist olarak geldiğim 2004 yılında, Burak'ın yaşadığı küçük üniversite şehrinde gittiğim ve bende iz birakan yerlerden biri "Books A Million" idi. İçerisinde gerçekten milyonlarca kitap, dergi olan bu yere girdiğimde ilk sorum bu kadar çok dergiden nasıl seçip birini alacağım oldu ve cevap olarak ise burada istediğin kadar kitap, dergi okuyup; almak zorunda olmadığım olunca ikinci sorum "peki bu kadar insan bu dergilerden sayfa koparmıyor mu ya da kitapları okuyup bırakınca çizip, sayfalarını buruşturmuyorlar mı" oldu. Sonra Amerikanın güneyinden başlayan maceram, bu zamana kadar, kuzeyine, doğusuna kadar ilerleyince,bulunduğum en fakirinden en lüksüne bütün eyaletlerde ve şehirlerde bu kitapçıların benzerlerinin olduğunu ve Amerikalıların bu yerlere okumak, öğrenmek, kahvelerini içmek, çocuklarına öğretmek, ders çalışmak için geldiklerine şahit oldum.

Amerikada kitapçıların içlerinde starbucks, seattle's best gibi kafeler var, tek başına oturan ve okuyan insanları sık sık görüyorsunuz. Bir kaç hafta önce Philadelphiya'da dolanıp, yorulup kitapçılardan birine kahve içmek için girdiğimizde, kahvemizi alıp masalardan birine geçtik, etrafımıza baktığımzda masasının üzerinde kitap-dergi-gazete-laptop olmayan 2 kişi idik. Sonra bu kafeyi Türkiyede hayal ettik, Türkiyede kaç kişi Starbucks ve benzeri yerlere kitap okumak için gider? Asla yargılamıyorum, benim de bir Türk vatandaşı olarak İstanbulda yaşadığım süre boyunca Starbuckslara kitap okumaya gitmek aklıma gelmedi.:)

Biz millet olarak sohbet ve eğlence insanlarıyız. Ve ben kesinlikle bu modumuzu Amerikalıların sadece çalışmaya ve okumaya endeksli modlarına tercih ediyorum. Biz "genellikle" bu gibi kafelere arkadaşlarımızla buluşmaya gideriz.

Burada insanlar daha da ileri giderek yolda yürürken kitap okuyorlar. Aman Tanrım! Önünüze baksanızaaaa!! Bu şaka değil birkaç kez şahit oldum, resim çekmem gerekiyordu sanırım.

Ben Bilgi Üniversitesinde okudum ve okulun kütüphanesi o kadar eğlenceli bir yerdi ki, kimse sessiz olmaz, herkes ödevine bir hafta kala kütüphaneye gelir, sohbet, muhabbet ve uğultu eşliğinde araştırmamızı yapmaya çalışırdık.

Buradaki okulum kütüphanesinde ise yazı yazdığım zaman kalemimden çıkan ses, arkamda oturanları rahatsız eder mi diye endişe ediyorum. Hayatımda bulunduğum en sessiz yer diyebilirim.

Buradaki "homeless" yani evsizler bile kitapçılara ya da kütüphanelere girdiklerinde sessiz duruyor, kitaplarına bakıp çıkıyorlar.
Bir de insanların birbirlerine yol verme, kuyruk bekleme adaplarını gerçekten çok seviyorum. Bir süper marketteki kasiyer çok yavaş da olsa kimse sesini çıkarıp "başka bir kasa daha neden açmıyorsunuz" diye bağırmayıp, sırasını sakince ve güleryüzle beklemeye devam ediyor. Sanırım Amerikalılar doğuştan sabırlı.

Geçen hafta sonu Newyorka gittik, gezdik, tozduk güzeldi ama ben NY hayranı biri hiçbir zaman olmadım. Binalar ile beraber, insanlar da üstüne üstüne geliyor, etraf çöp dolu ve hiç bitmeyen yol yapım onarımları..Etrafımızı itina ile gözlemledik ve vardığımız sonuç şudur ki, NY ta yaşayan amerikalılar azınlık olmak üzere. Çin mahallesi, "little Italy"i tamamen kaplamış ve little İtaly 2-3 bloktan ibaret kalmış, Çin mahallesi bir nevi aksaray, seyyar satıcıları, vs..Amerikanın o sokaktaki en büyük bankalarının isimleri bile Çince yazıyor. Ingilizce bir kelime duymanıza imkan yok, yoldan geçen her 5 kişiden biri ya Türk, ya Asyalı, ya ispanyol....Kosmopolit tamam ama özü nerde bu memleketin?

Yine eleştirilere başladım sanırım, tamam sevdiklerimden bahsedecektim..
Buradaki hukuk sistemi inanılmaz gelişmiş, Türkiyedeki adliyelerin tozunu yutmuş ben burada duyduklarımla hayretten hayrete düşüyorum. Birine dava açıp, tebligat gönderip, duruşma gününüzün gelmesi yaklaşık bir hafta içinde oluyor. Türkiyede bu sureci düşünmek bile istemiyorum!

Otobanda uzun yol gidecekseniz, benim gibi alakasız saatlerde ve aniden acıkıyorsanız yollar gerçekten güvenli çünkü hemen hemen her "exit" de yani otobanın her çıkışında mcdonalds-burger king vs.. buluyorsunuz, yani yanınıza yolluk yapıp aç kalma korkusu ile çıkmanıza gerek yok:)
Kural, sistem, düzen, medeniyet..Bunların olduğu yerde refah olmaması çok güç, Türkiyemize de en azından bazı alanlarda sistem getirebilirsek belki, bu kadar çok beyin göçünü engellemiş oluruz diye düşünüyorum.

Amerika gerçekten sistem ve kurallar ülkesi, her olayın bir kuralı, her kuralın bir yaptırımı, her yaptırımın bir işlerliği var. Çok uzun süre burada yaşamış, burada okuyup, iş tecrübesi edinenler gerçek anlamda "profesyonelliği" öğreniyorlar ve sanırım ülkemize adapte olmak iyice güçleşiyor.

Amerika daha önceki yazımlarımda da bahsettiğim gibi insanın hayatında bir süre deneyim almak ve kendini geliştirmek açısından, geçici bir süre yaşanması gereken bir yer. İş duygusallığa ve özlemlere geldi mi bütün bu artılar yerini eksiye bırakıyor benim için..Sanırım ben hiçbir zaman tam anlamı ile realist bir yapıya sahip olamayacağım. Belki de insan hayatında hep bugüne kadar yaşadığı deneyimler sonucunda bazı önceliklere sahip oluyor ve sevdiklerinden uzak olmak bana, Amerika ne kadar gelişmiş, ne kadar profesyonel, ne kadar sistemli ve düzenli olursa olsun, katlanılmaması gereken bir hadise olarak geliyor.

Yazımı bitirmeden yolu NY a düşenler için bazı öneriler:

Gerçi tatile NY a gelmişseniz Türk yemeklerini henüz özlememişsiniz demektir ama yinede 3. avenue'de 27 ve 28 arasındaki Turkish Kitchen bize biraz da olsa "emmim han sofrası" tadını veriyor, mezeleri, çoban salatası, fındık lahmacunu ve döneri harika. Soho yakınlarında east houston caddesi üzerindeki "Bereket döner" daha da güzeldi. NY a tepeden bakmak ve bakarken 360 derece dönmek ve bütün NY u ayaklarınızın altında hissetmek isterseniz Times Square'deki Marriot otelin 48. katındaki "The View" mutlaka görülmesi gereken bir yer. Gerçekten siz otururken bina 360 derece dönuyor, çok keyifli. Akşam biraz dansetmek istiyorsanız içeride 3 ayrı konsept DJ in çaldığı oldukça populer "Marquee" ye uğrayabilirsiniz, mekan Chelsea'de, nezih ve güzel bir yer.

Amerikaya yolunuz düşecekse mutlaka ama mutlaka bana yazın, fikir verip deneyimlerimi paylaşmak isterim...

Dünyanın her neresinde olursak olalım, sevgiden uzak olmayalım

sevgiyle....















Şeftalili Kek


Arkadşlar internetten bulduğum bir tarifi biraz değiştirip kendime göre denedim ve cok leziz oldu. Tavsiye ederim:)


Malzemeler:

2 adet şeftali

2,5 su bardağı un

Yarım su bardağı sıvı yağ

2 adet yumurta

2 kaşık tarçın

1 paket kabartma tozu

3 çorba kaşığı süt

2 (kapak ölçüsü) keçiboynuzu pekmezi



Yapılışı:

Şeftalileri soyup püre haline getirdikten sonra bir tavaya alıp suyunu çekene kadar pişirin, altını kapatıp üzerine süt ile pekmezi ekleyin

Bir kapta unu, tarçını, kabartma tozunu karıştırın

Başka bir kapta, ilk önce şeker ile yağı 1.5 dakika kadar çırptıktan sonra yumurtaları teker teker ekleyip çırpmaya devam edin.

Bu karışımın üzerine, unlu ve şeftalili karışımları döküp iyice karıştırdıktan sonra, yağladığınız kek kalıbına dökün.

Buarada eğer kaba döktüğünüzde hamur çok katı halde ise biraz daha süt ekleyebilirsiniz.

Çok lezzetli oldu.!!

Buarada ben kepek unu kullandım ve gerçekten enfes oldu!


Afiyet olsun


sevgiyle...